Quantcast
Channel: Röportaj arşivleri - Sigortaci Gazetesi
Viewing all 205 articles
Browse latest View live

Yüksek donanımlı bir aktüer kuşağı geliyor

$
0
0

Bilgi Üniversitesi Bankacılık ve Finans Yüksek Lisans Programları Direktörü ve BRG Consulting Ltd. kurucu ortağı Yrd. Doç. Dr. Genco Fas, aktüerliğin ülkemizdeki gelişimini değerlendirdi. 2008 yılından beri aktüer adaylarını sınavlara hazırlayan Fas, aktüerliğe olan ilginin son 3-4 yılda fark edilir şekilde arttığını söyledi. Son yıllarda sınavlarla beraber adayların bilgi seviyesinin çok yükseldiğini ifade eden Fas, “Bugün son seviye sınavlarını vermek üzere olan donanımlı bir genç kuşak var. Bu arkadaşlarımızın aktüer unvanı alarak büyük başarılara imza atacaklarını düşünüyorum. Sınavlara en yoğun talep İstanbul’dan, fakat özellikle Ankara ve İzmir’den gelen talep de hızla artıyor. 2009-2010’da yılda 5 veya 6 eğitim yapabilirken, son üç yılda, yıl boyunca şirketlerin kendi aktüerya gruplarıyla çalışıyoruz. Yönetimler bu grupları üst düzeyde destekliyor. Şirketlerde başka bir bölümün böyle teşvik edildiğini düşünmüyorum” diye konuştu. Sınavların ve mesleğin gerektirdiği yüksek bilgi düzeyi nedeniyle adayların ciddi bir eğitime tabi tutulduğunu hatırlatan Fas, “Aktüer olmak isteyen adaylar gerçekten çalışıyor. Aktüerliğin sağlam bir matematiksel altyapı talep etmesi nedeniyle bir eğitim 1.5 veya 2 aya yayılıyor. Sınavları tamamlayan bir aday ise bu alanda sanki tezsiz bir doktora yapmış kadar yeterlilik kazanabiliyor. Tabii bu düzeye gelmek için uzun çalışma saatlerini göze almak ve özveri göstermek gerekiyor” dedi. Fas, zamanla bunları yapan grupların aktüerlik yolunda basamakları tırmandığını, günümüzde aktüer unvanı almak üzere olan çok seçkin bir grup adayın bulunduğunu sözlerine ekledi.

‘KARARLILIK İSTEYEN BİR SÜREÇ’
Aktüerlik sürecine girilecekse, kişilerin sorumluluklarını bilmesi gerektiğini söyleyen Fas, “Şirketlerin sınavlar için çalışanlarına destek olması ancak böyle mümkün. Çünkü 3 veya 4 yıla yayılan bu süreçte başarı, ancak herkesin bilinçli şekilde ciddi emek sarf etmesiyle gelebilir. Biz de bu zorlu ve uzun yolculukta onlara en güçlü desteğimizi vermeye çalışıyoruz” diye konuştu. Aktüerlik sınavları eğitimlerine 2008 yılında başlayan Fas, bugün sektörün önemli ve lider firmalarıyla çalıştıklarını söyledi ve şöyle konuştu: “Çalıştığımız şirketler arasında sektörün lider oyuncuları yanında aktüerya biriminin önemini bilen denetim firmaları ve sosyal güvenlik ile ilgili devlet kuruluşları da bulunuyor.” Üç seviyede 10 teknik sınav olduğunu söyleyen Fas, “Sınavlarda stajyer/yardımcı aktüer ve aktüer olmak üzere 3 seviye bulunuyor. İlk seviyede teknik başlıklar; matematik, finans matematiği ve istatistik-olasılık. 2. seviyede ise hayat sigortaları, risk modelleme ve finans teorisi yine teknik ve ileri düzey başlıklar. Son seviye ise 2. seviyenin genişletilmiş olarak ele alındığı hayat-hayat dışı sigortaları ve yine finans başlıklarından oluşan bir seviyedir. 1. Seviye teknik bir temel verirken, 2. seviye mesleğe giriş yapar. Nihayet 3. seviye ile adaylar meslekte bu teknik temelin nasıl kullanıldığını öğrenirler” dedi.

‘SİGORTA SEKTÖRÜNÜN DAHA ÇOK AKTÜERE İHTİYACI VAR’
Türk sigorta sektörünün aktüerlere çok ihtiyacı olduğunu ve bu ihtiyacın gelecekte daha da artacağını ifade eden Fas, “Ürünleri fiyatlayanlar, bu ürünlerin hangi segmentte, ne kadar prim ve nasıl bir risk ile sunulacağına karar veren hep aktüerlerdir” diye konuştu. Fas, günümüzün rekabetçi ortamında şirketlerin amacının büyümek olduğunu, bunun için de yeni ürünler geliştirmek gerektiğini vurgulayarak, aynı ürünü satan firmaların rekabete giremeyeceğini, bu nedenle aktüerlere olan ihtiyacın artarak devam edeceğini belirtti.
Aktüerliğin 2009’dan beri bir dizi sınavla alınmasının hakkaniyetli bir yapı oluşturduğunu söyleyen Fas, şöyle devam etti: “Kariyeriniz kurumsal veya bireysel nedenlerle istediğiniz gibi ilerlemeyebilir. Ancak aktüerlik, sınav sistemine bağlanmış bir merdiven. Aday, bilgi ve donanımı yeterliyse bu unvanı alıyor ve beraberinde profesyonel hayatta geçmişteki konumuna göre özgürleşebiliyor. Adaylar için en güçlü motivasyonun bu olduğunu düşünüyorum.” Aktüerlerin imza yetkisine de işaret eden Fas, aktüerlik unvanının beraberinde imza yetkisi kazandırdığını, bu ayrıcalıklı yetkinin meslek hayatı boyunca devam ettiğini belirtti.

‘YÜKSEK DONANIMLI BİR AKTÜER KUŞAĞI YETİŞİYOR’
Yurt dışından gelen aktüerlerin yurt içindekilere göre daha bilgili veya donanımlı olduğu algısının geçmişte var olduğunu ifade eden Fas, “Ben de böyle olduğunu düşünüyordum. Ancak bu durum artık geçerli değil. Ülkemizdeki sınavlar SOA’nın (Society of Actuaries) yaptıklarıyla aynı seviyede. Arkadaşlarımızla sınavlara hazırlanırken arşiv yanında mutlaka SOA’nın sorularını da çözüyoruz. Zaten birçok arkadaşımız Türkiye ve yurt dışındaki sınavlarda aynı hızda ilerliyor. Tabii yurt dışında hukuk ve muhasebe sistemleri farklı olduğu için sınavlar bazı farklılıklar gösteriyor ama seviye olarak bir fark yok” diye belirtti.
Geçmişte aktüerya yüksek lisansının aktüer unvanı sunması ile sınav sistemini karşılaştıran Fas şunları söyledi: “Bir aktüerya yüksek lisans mezununun, örneğin hazırladığı tezde yetkinliği olsa da, aktüeryanın gerektirdiği birbirinden farklı başlıklarda bilgi sahibi olması beklenemeyebilir. Burada 10’u teknik 13 sınav var. Yani farklı konularda ileri düzeyde bilgi sahibi olmak gerekiyor. Dolayısıyla son dönemde uygulanan bu sistemle adayların seviyeleri de yükseliyor. Çok donanımlı bir aktüer kuşağının yetişmekte olduğunu düşünüyorum.”

SINAVLARA GİRMEK İÇİN MEZUN OLMAYA GEREK YOK
Üniversite öğrencilerinin sınavlara girebildiğini, ancak unvan için mezun olmak gerektiğini söyleyen Fas, adayların sınavlara 3. ya da 4. sınıftayken girmeye başlamasını tavsiye etti. Fas, “Burada yol yavaş alınabiliyor. Sınavlarda başarıyla ilerleyen adayın bile önünde 3-4 yıl gibi bir zaman bulunuyor. Çünkü sınavlar yılda 1 ya da 2 kez yapılıyor. Aynı anda 4 sınavın verilmesi kolay olmadığından ister istemez herhangi bir seviyeyi tamamlamak en az bir veya bir buçuk yıla yayılıyor. Dolayısıyla sürece erken girmek ve sonunda alınacak değerli aktüer unvanının hakkının verilebilmesi için çalışmaya vakit ayırmak gerekiyor” diyerek sözlerini noktaladı.

AKTÜER ADAYLARINI SINAVLARA HAZIRLIYOR
Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü’nden lisans ve Yeditepe Üniversitesi Matematik Bölümü’nden yüksek lisans derecelerini almış olan Fas, Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden oyun teoretik ve rassal ekonomik modeller konusunda tamamladığı tezle doktora derecesini aldı. Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi olan Fas’ın rassal modelleme ve finans alanlarında uluslararası hakemli dergilerde makaleleri ve sunumları bulunuyor. Fas, 2009 yılından bugüne TSEV ve BRG Consulting Ltd. çatısı altında ulusal ve uluslararası ölçekte çok sayıda banka ve sigorta şirketinin finans ve aktüerya alanlarındaki eğitimlerinden sorumlu oldu.


Sektör bir dönüşüm içinde

$
0
0

Mapfre Genel Grubu CEO’su Serdar Gül, sigorta sektörünün bir dönüşüm içine girdiğini ve en geç 2020’de bu dönüşümün tamamlanacağını belirtti. Bu dönüşüme uyum sağlayamayan şirket yöneticileri, acente, broker ve eksperlerin sektörün dışında kalacağını ifade eden Gül, pazar payı %2’nin altına düşen şirketlerin de sektörden ayrılacağını söyledi.

Serdar Bey son yıllarda büyük bir çıkış içindesiniz. 2012 sonunda hayat dışı branşlarda %5.18 olan pazar payınız, 2013’te %6.49’a, 2014’te %6.57’ye ve 2015 yılının 11 aylık döneminde %7.66’ya çıktı. Mapfre üretim sıralamasında dördüncü şirket. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pazar  payımızdaki bu yükseliş için planlarımıza ve yatırımlarımıza 2009 da başladık, sabırla, planlarımıza sadık kalarak bu başarılı performansı yakaladık.
Hedefimiz, 2018’de %10 pazar payına ulaşmak. 2009 yılında ulaşılması imkansız gözüken bu hedef, finansal gücümüz, istikrarlı yönetim kadrolarımız ve sektörde tek olan kurumsal kültürümüz ve aile yapımız sayesinde her geçen gün ulaşılabilir hale gelmekte.

Sektör büyüyor, ama bir kârsızlık sorunu var. Yabancı sermayedarlar Türkiye’de sektörün gidişatını nasıl değerlendiriyor?
Türkiye’de yabancı sermayedarlar rahatsız. Normalde bir sene kâr edersiniz bir sene zarar edersiniz, bu doğal karşılanabilir. Ancak Türkiye gibi zararın istikrarlı bir şekilde devam ettiği gelişmiş bir ülke yok. Son 10 senedir bir kârsızlık durumu söz konusu. Artık yatırımcılar bu sürecin bitmeyeceğine inanıyorlar. Bir mahkeme kararıyla, sorumlu olmadığınız 5-10 yıl önceki dönemlere ait geriye dönük ödemeler çıkıyor karşınıza. Bu durum sadece sigorta sektörünü ilgilendiren bir konu değil. Her sektörde, yabancı yatırımcının en büyük korkusu yatırım yaptığı ülkelerdeki yasal ortamın belirsizliğidir.

‘GERİYE DÖNÜK SÜRPRİZLER SEKTÖRE ZARAR VERİYOR’
Türkiye’de geriye dönük sürprizlerin bu kadar çok karşınıza çıkması, sigorta şirketlerine ve doğal olarak sermayedara zarar veriyor. Sektörde yeterli kârlılık olsaydı, geriye dönük ödemeler göz ardı edilebilirdi. Beş sene önce de benzer yasalar vardı, ancak sektörde bu kadar zarar yoktu. Sermayedar bu durumdan çok rahatsız. Buna Mapfre de dahil. Ama Mapfre’nin özelinde, hâlâ dünyada stratejik olarak konumlandırdığı beş ülkeden biri Türkiye.

Mapfre Genel Sigorta’nın büyüme hedefi nedir?
Dediğim gibi önümüzdeki 3 yılda hedef %10 pazar payına ulaşmak. Bunun için de her yıl sektör ortalamasının en az %50 üzerinde büyümemiz gerekli.  Tahminim sektör önümüzdeki yıl %15 ve üzeri büyüyecek, biz ise % 25 – 35 arası.

Sektörün gidişatına baktığınızda gelecekte öngördüğünüz riskler nelerdir?
En önemli risk tabii ki son10-15 yıldır yaşadığımız bilinçsiz rekabetin sürmesidir. İkincisi de yine yılların sorunu olan yasal ve sistemsel değişikliklerin daha da ötelenmesidir. Son olarak da, yine kronikleşen sermaye yetersizliği olan ve Solvency II kurallarına uymayan şirketlerin varlığının devam etmesidir.

Acenteler bahsettiğiniz sektörel dönüşüme uyum sağlamak için neler yapmalı?
Dünya ve ülkemiz geliştikçe, ticaret yöntemleri dönüştükçe, müşteri ihtiyaçları değiştikçe, sigorta şirketlerinin olduğu  gibi acentelerin de  gelişme zorunluluğu doğaldır.
Acentelerin sektördeki payının en az 10-15 yıl daha %60’lar düzeyinde kalacağını öngörüyorum.  Ancak bu, acenteler işlerine, özellikle insan kaynaklarına ve pazarlama fonksiyonlarına yatırım yapmaları durumunda gerçekleşir.  Bunu yapmayan acenteler sektörden silinir, toplamda da acente payı %50’lere hızla düşer.  Acentelerin böyle bir değişim ve dönüşüm için yeterli sermaye ve vizyonlarının olmadığının farkındayım.  Bunun çözümünü orta vadede sigorta şirketleriyle birlikte aramalılar, onların desteğini istemeliler.  Sigorta şirketleri bu konuda kesinlikle yardımcı olmalı ancak öncelikle bu ortamın değişmesi şarttır. Neredeyse her acente doğrudan ya da dolaylı her şirketle çalışır hale geldi, bu durumda hiçbir şirket, kendisi ile uzun vadeli çalışmaya emin olamadığı acenteye yatırım yapmaya cesaret edemez.

İnternet kanalı sigorta sektöründe nasıl bir etki yaratır?

Gelecekte internet kanalı üretimde bir pay alacak. Ancak gelişmiş ülkelere baktığımızda, İngiltere dışında sektörde çok büyük paylara sahip olmadığını görüyoruz.  En başarılılar %10’lar civarında. Ben bankasüransın da hayat dışında gelişeceğine inanmıyorum, hatta geriye gideceğini düşünüyorum. Ama hayat sigortalarında aynı şekilde devam eder. Direkt satış konusu ise bence acentelerin en son korkması gereken konu. Hiçbir sigorta şirketinin direkt satış gibi maliyeti yönetmesi zor, lojistiği zor, disiplini zor bir işe, daha önemli öncelikleri varken yatırım yapacağını zannetmiyorum. Mapfre olarak internet satışlarına da bakıyoruz ancak beklentimiz son derece düşük.

Acenteler komisyonlarının düşürülmesinden dolayı tepkililer. Bu tepkiler sektörel olarak acentelerin imajını nasıl etkiler sizce?
Bence sorun komisyonlardan değil acentelerin örgütlenme yapısından ve her örgütün daha öne çıkmak için popülist söylemlerinden kaynaklanıyor.  Bu parçalı örgütler için şu andaki en kolay söylem sigorta şirketlerini kötülemek. Bu hepimiz için çok büyük tehlike, acenteler ve şirketler arasında içi öfke dolu bir uçurum oluşmaya başladı çünkü.
Şu anda en çok konuşulan trafik komisyonlarındaki indirimler.  Bir kere buradaki büyük zararın acenteden ya da komisyondan kaynaklandığını söylemiyoruz biz.
Aksine sigorta şirketleri batma noktasına geldi, müşteriler artan fiyatlara isyan edip protestolar düzenliyorlar, TBMM’de soru önergeleri veriliyor. Tarihte ilk kez sigortacılık basında manşet oluyorken, acentelere diyoruz ki kazanın ama makul kazanın.
Prim 250 lira iken 35 lira komisyon alırken, 500 lira olan primden yine de 60-70 lira alın diyoruz.
Bu da yetmiyorsa, o zaman acente  örgüt yöneticilerinin, acentenin 1 yılda %100’e yakın artan gelirine karşılık, trafik sigorta satış ve hasar yönetimi ile ilgili giderlerinin bu oranda fazla arttığını bize ve kamuoyuna kanıtlamaları gerekir.  Bu konuyu şöyle bağlamak isterim.  Herhangi bir ticari ilişki, taraflar arasında matematiğe dayalı, etik kurallara uygun ve sürdürülebilir olmalı. Aksi halde ticaret sürdürülemez.

Kamusal otoritenin sektöre müdahalesi sigorta şirketlerini nasıl etkiliyor?
Trafikte 1950’lerden kalma Karayolları Kanunu ile çalışıyoruz. Ürün serbestliğinin gelmesi gerekiyor. Ağırlıklı olarak bedeni zararları koruyan bir poliçe hazırlanması gerekiyor. Bu basit ürün üzerine sigorta şirketleri daha geniş ürünler çıkarır, sigortalı istiyorsa ücretini ödeyerek alır. Ancak şimdiki gibi ürün çok geniş kapsamlı ise fiyatı düşük olamaz.  Bu değişiklik olmadığı sürece sigorta şirketlerinin prim artışı yapmaktan başka şansı kalmıyor.

Kasko branşında fiyat artışları olur mu?
Bakın, asgari ücretteki %30 artış bütün sigorta branşlarında zam demektir.  Çünkü her türlü maddi hasardaki işçilik payları doğal olarak artacak, asıl sorun bedeni zararları kapsayan trafik, işveren gibi sorumluluk branşlarında.  Onlarda zamlar daha da artacak.
Bunun üzerine TL’deki değer kaybını da düşünürseniz, kaskoda kısa sürede  en az %15 fiyat artışı beklenmelidir.

Tamamlayıcı sağlık sigortasında sektörün öncü şirketi oldunuz. Tamamlayıcı sağlık sigortasının geldiği nokta nedir?
Tamamlayıcı sağlık sigortası beklentilerimizden daha yavaş ilerleyen bir sigorta ürünü oldu. Sigortacı olarak hedef kitlemiz tanımadığımız bir segmentmiş. Doğrudan sigorta ilişkimizin olmadığı, davranışlarını bilmediğimiz bir segmentmiş. Tamamlayıcı sağlık ucuz bir ürün, ama bize göre ucuz, normal sağlık sigortalarına göre ucuz. Sigortalıya ucuz gelmedi, yaygınlaştırabilirsek ucuzlayacak ya da ucuzlatabilirsek yaygınlaşacak. Tamamlayıcı sağlık milyonlarca satması gerekirken maalesef satmadı, Mapfre Genel Sigorta’ya gelen sigortalılara oranlarsak poliçe sayısı çok düşük. Tamamlayıcı sağlık sosyal yönü olan bir iştir. Devletin görevi sosyal yardımlar yapmak. Sağlık sigortasının yaygınlaştırılması için devlet teşvik vermeli.

Sorumluluk sigortalarıyla ilgili Mapfre Genel Sigorta olarak ne tür yatırımlar yaptınız?
Sorumluluk sigortaları önemli bir branş haline geldi. Mapfre’de bu sigortalarla ilgili departmanı kurup kurumsal hale getireceğiz. Şu anda başka bir departman içinde bir  birim şeklinde büyümeye devam ediyor. Sektörün sorumluluk sigortalarıyla ilgili tecrübe ve kapasite eksikliği var. Ancak bu büyümeyle beraber sektör de bu branşa yatırım yapar. Türkiye’nin globalleşme süreci ve Avrupa Birliği’ne uyum süreciyle birlikte sorumluluk sigortaları bana göre büyük branşlardan bir tanesi olur. Geleneksel branşlar çok hızlı büyümüyor artık, yangın ve nakliyat branşları çok fazla büyümüyor. Mühendislik, sorumluluk, trafik, sağlık gibi branşlar daha fazla büyüyor. Sorumluluk sigortalarını ana branşlar içine almamız gerek. Hem taşıdığı riskler itibarıyla uzun süreli ürünler hem de underwritingi, geleneksel poliçelerden çok daha farklı. Ayrı bir eğitim ve tecrübe gerektiriyor.

Sigorta sektörünün geleceğiyle ilgili beklentileriniz neler?
Sektör dönüşüm içine girdi. Sermaye kârlılığı, branş kârlılığı, Solvency II, rekabetteki pozisyonların değişmesi gibi bir takım dönüşümler başladı. 15 yıl önceki sermaye kârlılığı ile bu dönem arasında büyük farklar var. Bu dönüşüme uyum sağlayamayan şirket yöneticileri, acente, broker ve eksperler sektörün dışına çıkar. Bu dönüşümle birlikte en geç 2020’de bugün konuştuğumuz konuları konuşmayacağız. Pazar payları %2’nin altına düşen şirketlerin sektör dışına çıktığını göreceğiz. Sektörde branşlaşmayı görebiliriz; bir takım şirketler tarım ağırlıklı, sağlık ağırlıklı, bazı şirketler trafik ağırlıklı branşlaşmaya gidebilir. Bu sağlıksız bir şey değil. Bazı şirketler geleneksel, bazıları da Mapfre gibi tüm branşlarda satış yapacaktır. Ancak şirket sayısı azalacak ve pazar payı, şirket başına düşen kâr payı artacaktır. Aynı şey acenteler için de geçerli. Tek bir ürüne, tek bir branşa yönelen acentelerin sektörde yaşama şansı yok. Sigorta acentesi olmak istiyorsa tüm branşlarda satış yapması gerekiyor.

‘ZORUNLU SİGORTALARA TEŞVİK VERİLMELİ’
Zorunlu sigortalar konusunda değerlendirmeniz nedir?
Zorunlu sigortalarda devletin teşviki ve kontrolü yaygınlaştırması şart. Öncelikle bu sigortalarda gider vergisinin olmaması gerekir. Bana göre, trafik sigortası da TARSİM ve DASK gibi devlet tarafından desteklenmeli. Bu sigortalar devletin vatandaşın zor durumda kalması halinde ödemek zorunda kaldığı paraları, sigorta sistemiyle bütçeleyebilir hale getiriyor. Dolayısıyla bütçede dalgalanma olmuyor, üstelik sigorta bilinci oluşuyor. Trafik konusunda sigorta şirketlerinin zorlamasıyla sürücüler bilinçlendiriliyor. Ceza sistemiyle, eğitim sistemiyle konutlar depreme dayanıklı inşa edilmeye başlıyor. TARSİM’de gelişmiş tarım teknikleri kullanan çiftçiler için prim desteği artırılabilir. Çiftçiler bilinçlendirilerek, gelişmiş tarım tekniklerine özendirilebilir.

‘DEVLET SADECE KONTROL ETMELİ’
Zorunlu sigorta uygulamalarının genişletilmesi taraftarıyım. Zorunlu sigortalara devletin teşvik vermesi lazım. Şu andaki sistem teşvik yerine vergi alıyor. Alınan verginin kaldırılması gerek. Devletin hiçbir şekilde fiyat ve komisyon konusunda müdahil olmaması gerekiyor. Örneğin hekim sorumluluk sigortasında devlet müdahil ve çok büyük sorunlar yaşanıyor. Şu anda hekim sorumluluk sigortasının primi, trafik sigortalarından ucuz. Fakat trafik poliçe sayısı 17 milyon, hekim sorumluluk poliçesi az olduğu için ses çıkmıyor. Hâlbuki hekim sorumluluk sigortası da trafik sigortası kadar zarar ediyor. Çünkü tarifeyi ve ürünü devlet yapıyor. Biz sigortacılar hekim sorumluluk poliçesinin kapsamına müdahale edemiyoruz. Bu şekilde sorumluluk sigortası gelişmez. Mantıken sigorta şirketleri hekim sorumluluk sigortasına neden yatırım yapsın ki; daha çok satmak, daha çok zarar etmek demek. Bu sigorta az da olsa  kâr edecek şekilde düzenlense sigorta şirketleri poliçeyi satmak için yatırım yapar. Daha çok hekime ulaşırız. Ben sigortacılıkta tamamen serbestlikten yanayım, devlet sadece piyasayı kontrol etmeli. Devletin asıl görevi benim sermaye ve hizmet kalitemi kontrol etmek. Bu konular yabancı sermayedarlarla yapılan toplantılara da yansıyor.

‘YABANCILARIN KÂR BEKLENTİSİ YÜZDE 18’
Sektöre yatırım yapan yabancı sermayedarların kâr oranı beklentisi nedir?
Kârlılıkla ilgili yabancı yatırımcıların, Türkiye’nin finansal riskleri göz önüne alındığında bugünkü koşullarda sermaye kârlılığı beklentisi %18. Böyle baktığınızda  sıfır veya sıfırın üzerinde kârlılık oranı olan şirket sayısı bir elin parmağını geçmez bu sene. Tüm sektör çok başarısız zaten. Yabancı yatırımcıların Türkiye’de bir sektörde veya bir branşta, iş yapma nedeni %18 kârlılık beklentisidir. Bu hedefine ulaşamadığında yönetimlere baskı yapmaya başlıyor. Son 10 yılda yönetimi değişmeyen sigorta şirketi kalmadı neredeyse. Sigorta şirketlerinin %18 kârlılık oranına ulaşmasına engel olan üç branş var; sağlık, kasko ve trafik. Bu branşlar son on yıldır ya kâr sağlayamıyor ya da zarar ediyor. Eğer bunlar yeterli kâra ulaşamazsa yabancı sermaye memnun kalmaz. Bu rekabet koşullarında sektörün, özellikle küçük şirketlerin kâr etmeleri çok zor. Yabancı sermaye hem sektörün dinamikleri, satış kanalları, yönetimleri açısından hem de imaj açısından en azından yukarı doğru bir trend görmezse, sektör bu branşlara bir anda çok yüksek zamlar yapmak zorunda kalır. Yabancı sermaye trendin yukarı doğru ivmelendiğini görürse, Türkiye’deki sigortacılığın geleceği açısından umutlanılır.

Serhat Çetin: Trafik sigortasını konuşmaktan yorulduk

$
0
0

Son dönemde sigorta sektöründe sadece trafik sigortasından kaynaklanan zararların konuşulduğunu vurgulayan Güneş Sigorta Genel Müdürü Serhat Süreyya Çetin, trafik primlerinin yükselmesinden sektör paydaşlarının ve sigortalıların da etkilendiğini belirterek, “Sektör olarak büyük bir zararla karşı karşıyayız. Ama 2015 yılı aynı zamanda sektörde büyük yatırımların yapıldığı, Türkiye’de sigortacılığın büyüdüğü bir dönem de oldu. BES’te yapılan uygulamalar toplumda farkındalığı artırdı. BES’te otomatik katılım sisteminin getirilmesi çok olumlu bir gelişme” dedi. Çetin, sektördeki gelişmelerle ilgili sorularımızı yanıtladı.

Sektörde yıllardır kârsızlık sorunu yaşanıyor, bu sorun nasıl çözülecek?
Sektör olarak artık trafik konuşmaktan yorulduk. Sektör sadece trafik sigortasıyla anılır bir hale geldi. Bütün paydaşlarını ve bu sene gelen fiyat artışlarından sonra da sigortalıları etkilediği için, toplum önünde hep trafik sigortasından bahseder olduk. Sektör olarak büyük bir zararla karşı karşıyayız. Bu zarar da trafik sigortasından kaynaklandı. Ama 2015 yılı aynı zamanda sektörde büyük yatırımların yapıldığı, sigorta şirketleri için Türkiye’de sigortacılığın büyüdüğü bir dönem de oldu. Elementer tarafta bireysel branşta sunulan yeni hizmetler, BES ile ilgili yapılan uygulamalar toplumda farkındalığı artırdı. Bireysel Emeklilik Sistemi’nde devlet desteği ve bu desteğin devam etmesi kararının alınmasının yanında otomatik katılım sisteminin getirilmesi çok olumlu bir gelişme.

Güneş Sigorta için 2015 yılı nasıl geçti?
Geçtiğimiz 10 sene içerisinde oldukça iyi bir değişim süreci yaşadık. Pazardaki yüzümüzü korurken dinamik yapımızla çok daha rekabetçi hale geldik. İnsan kaynakları konusunda çok yatırım yaptık. Artık daha genç, daha dinamik bir kadromuz var.  Şirketimizin geçmişten gelen değerlerini korurken, şirketimizi günümüzde rekabetçi ve dinamik bir yapıya oturttuk. Bu süreçte kendi bilgi işlem altyapımızı kurduk. 2015 yılı, tüm bu adımlarımızın sonuçlarını gördüğümüz ve en önemlisi rekabet yaratacak yanlarını kullanmaya başladığımız bir yıl oldu.
Bunun yanında 2015 yılında özellikle hukuksal koruma alanında yaptığımız yatırımlarla bireysel sigortalılarımıza farklı alanlarda da hizmet verdik. Doğru ürünü doğru kanalda pazarlamayı başardığımız için de kendi alanında etkileyici rakamlara ulaştık. Geçtiğimiz yıl sigortalılarımıza sunduğumuz yeni ürünlerle sektörde adımızı duyurduğumuz bir dönem oldu.
Ancak yine de Türkiye sigorta sektörü, oto kaza ağırlıklı bir sektör. Yakından takip edildiği üzere trafik sigortaları da 2015 yılına damga vurdu. Trafik sigortalarının yarattığı negatif etkiyle Türkiye sigorta sektöründe finansal olarak sonuçlar tatmin edici değil.
Ancak bu sorun o kadar büyüdü ve toplumun neredeyse tüm kesimlerini etkisi altına aldı ki artık çözümün çok yakında bulunacağını düşünüyorum.

‘YENİLİKLERİMİZ SÜRECEK’
Geçtiğimiz yıllarda kendi işini kuran kadınlar için Mikro Sigorta ürününü sunmuştunuz. Bu dönem buna benzer yenilikleriniz olacak mı?
Bu alanda öncelikle ferdi kaza poliçesiyle başlamıştık. Geçtiğimiz yıllarda ferdi kaza yerine Mikro Konut poliçesini koyduk. Gurur duyarak söylüyorum, geçen yıl G20 zirvesinde de bununla ilgili bir panele katılma fırsatı buldum. G20’de de bu ürünle toplumda en fazla korunmaya ihtiyaç duyan kesime sunulacak olan sigorta çözümleriyle ilgili ciddi bir çalışma yapıldı. Bu panelde, yaptığımız sunum ilgiyle karşılandı. Orada bir defa daha gördüm ki, sektörün trafik sigortaları dışında konuşabileceği konular var. Kalkınmaya destek verecek şekilde toplumsal sorunlara sigorta sektörü olarak çözüm üretmemiz mümkün. Mikro Sigorta da buna iyi bir örnek. Daha sonra Mikro Konut ürünü geldi. Çok düşük primlerle o kesimin ihtiyaç duyduğu sigorta poliçesini oluşturduk ve bunu sürdürülebilir kıldığımıza inanıyorum.  Bu alanda yeni ürünlerin eklenmesiyle de etkimizi artıracağız.

‘HER KANAL YOLUNA DEVAM EDER’
Sektörde acenteler ve diğer satış kanallarıyla ilgili değerlendirmeniz nedir?
Güneş Sigorta olarak çok yaygın ve değişik büyüklükte yapılanmış bir acente ağına sahibiz. Anadolu’da bireysel çalışan acentelerimiz var. KOBİ düzeyinde acentelerimiz de var. Kurumsal düzeyde çalışan acentelerimiz de var. Kendi fonksiyonlarını yerine getirebildikleri ve ticari değer yarattığı sürece bu satış kolları varlıklarını devam ettirecektir.
Acenteler gelinen noktada en çok internet üzerinden satış konusunda endişeliler. Bu kanal muhakkak acentenin bir kısım işini alacak. Ama acentelerimiz hizmette ön plana çıkabiliyorsa, hizmet verdikleri sigortalımıza bu hizmetin değerini anlatabiliyorlarsa, var olmaya devam edeceklerdir. Bazı sigortalılar belirli ürünlerde internet üzerinden ya da alternatif dağıtım kanallarından hizmet almayı tercih edeceklerdir. Ama toplumdaki birçok kesim acentesinin kendini bilgilendirmesini, doğru ihtiyacı saptayarak doğru ürünü vermesi ve en önemlisi hasar anında sigortalıya hem danışmanlık hem destek hem asistans hizmetlerinin vermesini beklediklerinden acenteden vazgeçmeyecektir. Bu hizmetlerin tümünü sağlamak noktasında ön plana çıkan acenteler ayakta kalır.
Diğer dağıtım kanalları, broker, banka, internet satışı, bunların büyüyen ekonomide yerleri olduğunu düşünüyorum. Onlar da kendi müşteri segmentlerinde diğer dağıtım kanallarıyla rekabet ederek büyümeye devam edecekler. Satış kanallarının çeşitliliğinin herhangi bir dağıtım kanalını yok edeceğini düşünmüyorum.

Güneş Sigorta’nın bankasürans kanalındaki gelişmeler nasıl? Bu kanalda ne gibi projeleriniz var?
Banka sigortacılığı tarafında, Vakıfbank’ta % 23 büyüdük. Bu oran hem sektörün büyümesi hem şirketin büyümesi hem de şirketin diğer kanallardaki büyüme oranından daha fazla. Bu gelişmenin en önemli nedenleri geçmişte yaptığımız yatırımlardır. Tabii ki bankasüransta sermayedarımız Vakıfbank’ta potansiyelimizin tamamını kullandığımızı söyleyemem, ancak devam etmekte olan entegrasyon projemiz var.
Bu sene içinde tamamlamayı öngördüğümüz bu projeyle, bilgi işlem temelli bir yapıya ulaşacağız. Projenin hayata geçmesiyle birlikte üretimde ciddi bir ivme yaratacağız. Banka sigortacılığında büyüyor olmamız acente tarafında küçüleceğimiz anlamına gelmiyor. Dağıtım kanallarında fırsat eşitliğinden yanayız.  Daha önce belirttiğim gibi bizim yaygın bir acente ağımız var ve Güneş Sigorta olarak acentelerin çalışmalarına güveniyoruz.

‘SORUN KANUNLA ÇÖZÜLECEK’
Sohbetin başında “Trafik konuşmaktan yorulduk” dediniz, ama konu önemli…
Ben çözüme çok yakın olduğumuza inanıyorum. Sorun o kadar büyüdü ki, sigorta şirketlerinin çözebileceği boyutu çok aştı. Geçtiğimiz yıl fiyat artışları oldu. Bu artışlar şirketlerin geçmişte yapmış olduğu zararları kapatmamızla ilgili olan bir konu değil. 2016 yılında bütün sigorta şirketleri sermaye artışıyla bu zararları kapatmaya çalışacaklar. Ama hala aktüerlerin yapmış olduğu risk primleri çalışması, şu anki fiyatların ancak başa baş noktasında olduğunu gösteriyor.
Ben bu büyüyen sorunun toplum tarafından anlaşılmaya başlandığını düşünüyorum. Trafik sigortalarındaki sorunun kaynağı Karayolları Trafik Kanunu. Bu kanunda yapılması gereken değişiklikler var. Kanunun, sigorta şirketlerinin hasarı yönetebileceği şekilde değişmesi gerekiyor. Hasarın her seferinde mahkemeye taşınmaması, taşınsa da doğru bildiğimiz, bilimsel yöntemlerle hesapladığımız şekilde teminatların ödenmesi taraftarıyız.
Bu ana sorunun yanında alınabilecek birkaç aksiyon daha var. Örneğin mevzuatta yapılan değişikliklerin geçmişe dönük olmaması gerekiyor. Ayrıca teminatın Türkiye standartlarına göre çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Teminatlarda Avrupa Birliği uyumu için daha önceden açıklanmış artış takvimi var. Bunun değiştirilebileceğini ve teminatların makul bir seviyeye çekilmesiyle primlerin de düşeceğine inanıyorum. Bu sayede ürünler toplum tarafından alınabilir hale gelecektir ve trafik sigortası sürdürülebilir bir yapıya sahip olacaktır.

‘TARIM SİGORTASI DÜNYAYA ÖRNEK OLDU’
Tarım sigortaları devlet desteğiyle yaygınlaşmaya devam ediyor. Tarım sigortasının Türkiye’deki geleceği konusunda öngörüleriniz neler?
Türkiye’deki mevcut iyi üretimin desteklenmesi, tarım üreticisinin yerinde kalarak bu önemli fonksiyonu devam ettirmesi için tarım sigortası bence bulunmaz bir fırsat. Özel sektör, devlet ve çiftçi işbirliğiyle birliklerin de katılımıyla Türkiye’de oluşmuş olan model, dünyada örnek olarak gösteriliyor. Bu bizim için gurur verici. Bu süreç içerisinde başlanan noktadan çok daha iyi bir noktaya geldik. Ancak hâlâ gidilecek çok yol var. Özellikle bu yıl teminat kapsamlarından çok risk primlerinin sürprim ya da hasarsızlık indirimi şeklinde ayarlandığı ve kapsamdan çok fiyatlamaya etki edecek unsurların desteklendiği bir yıl oldu. Önümüzdeki dönemde daha iyi risk seçimi yapılabilecek. Bununla birlikte tarım sigortası daha iyi fiyatlarla daha fazla çiftçinin faydalanabileceği bir hale gelecek. % 50 devlet desteğinin devam etmesiyle tarım sigortaları çok cazip hale geliyor ve tarım sigortaları Türkiye’de hızla büyüyor. Acenteler tarım sigortasına daha fazla önem göstermeler. Bu konuda bizim gibi konumlanmış şirketleri daha fazla desteklenmeli. Acentenin varlığı, tarım sigortalarının sürdürülebilir olması, gelecekte de var olabilmesi ve tanıtım açısından da önemli bir yer kaplıyor. Acentelerin tarım sigortalarına daha çok önem vermesi ve bu sigortayı tanıtarak daha önce hiç satılmamış yerlerde satılmasını sağlamaları gerektiğini düşünüyorum.

‘İYİ TANITILIRSA HAYAT SİGORTALARI DA GELİŞİR’ 
Hayat sigortalarıyla ilgili düşünceleriniz nedir, bu sigortalar ülkemizde tekrar gelişebilir mi?
İyi bir şekilde tanıtılırsa Türkiye’de hayat sigortaları gelişecek ve yaygınlaşacaktır. Milli gelirin arttığı, farklı ihtiyaçların çoğaldığı bir döneme girdik. Daha önce toplumsal dayanışmayla çözülen birçok konunun artık finans dünyasının sunduğu çözümlerle çözüldüğü günümüzde hayat sigortasının da bir geleceği olduğuna inanıyorum. Daha önce yaşanmış olan kötü tecrübeler ve hayat sigortası emeklilikle karıştırıldığı için bu konunun bir anlamda tekrar baştan alınması lazım. Hiç daha önce yapılmamış gibi sıfırdan pazarlanması lazım. Toplumun ihtiyaçlarının ölçüldüğü, bu ölçüme uygun ürünlerle, doğru tanıtımlarla baştan ele alınırsa hayat sigortalarının satılacağına inanıyorum. Çünkü hayat sigortalarına ihtiyaç var. Herkesin gelecek kaygısı yaşadığını biliyoruz. Ebeveynler özellikle çocuklarının gelecekleri için endişeliler, ailelerle her görüşmemizde bu kaygılarını dile getiriyorlar. Hayat sigortası da bu anlamda doğru ürünlerle ve daha iyi pazarlanırsa bu arzın talep yaratacağına inanıyorum.

‘TSB Başkanlığına adayım’
Güneş Sigorta Genel Müdürü Serhat Süreyya Çetin, Nisan ayında yapılacak Türkiye Sigorta Birliği (TSB) seçimlerinde başkanlığa aday olacağını gazetemize açıkladı. Sigorta sektörünün TSB öncülüğünde çözemeyeceği hiçbir sorunun bulunmadığını ifade eden Çetin, bunun için sektördeki tüm paydaşların iletişim içinde olması gerektiğini söyledi.

‘BİRLİK SEKTÖRÜN TÜM GÜCÜNÜ ARKASINA ALMALI’
Sigorta anlamında bizim toplumun tüm ihtiyaçlarını karşılayabileceğimiz çözümlerimiz var ve bu çözümlerle kalkınmaya hizmet ediyoruz. Fakat bunları topluma gerektiği şekilde  anlatamadığımızı düşünüyorum. Sorunların çözümü iletişimden geçiyor ve şirketlerle sektördeki diğer tüm oyuncular, tüm paydaşlar arasında bir iletişimsizlik olduğu açık. Bunun en net örneğini trafik sigortalarında yaşıyoruz. Konu sigorta şirketlerinin sermayesini tehdit eder boyuta ulaştı. Burdaki fiyat artışı toplumda yankı buldu ve birçok kesim bundan etkilendi. İşin içinden çıkılamayacak hale geldiğinde de bir araya gelindi.
Türkiye Sigorta Birliği çatısı altında sigorta sektöründeki tüm grupların sesini duyurabilmesi, iletişim kanallarının açık olması gerekiyor. TSB önderliğinde çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yok.  Ancak Türkiye Sigorta Birliği sadece yönetimdeki kişilerden oluşmamalı. Tüm sektörün gücünü arkasına almalı. Stratejisi doğrultusunda tüm sektörü sahiplenen ve gerekli dinamikleri hayata geçirebilecek bir hale gelmesi gerekiyor. Sektöre yönelik mevzuat değişikliklerinde sektörün uzun vadede nasıl etkileneceği her zaman doğru şekilde projekte edilmiyor. İletişimin kopuk olması nedeniyle sigorta sektörü duruma müdahale edemeyince, sonuç olduğundan daha kötü hale geliyor.

Başkan olursanız Birlik’le ilgili planlarınız nelerdir?
Birlik çatısı altında motivasyonu artırıp dinamizmi sağlayarak, sigorta sektöründeki tüm oyuncuların katılımıyla ve iletişim kanallarını kullanarak sektörü hak ettiği seviyeye getireceğimize inanıyorum. Yabancı şirketlerle ortak sorumluluklarımız olduğunu unutmamak gerekiyor. Ortalama 10 senedir yabancı şirketler Türkiye piyasasında yoğun olarak yer alıyorlar. Yabancı şirketlerin de sigorta sektöründeki sorunların çözümünde yer almaları gerekiyor.

‘DOĞRUDAN TAZMİN TRAFİK SİGORTASININ KALİTESİNİ ARTIRIR’
Doğrudan Tazmin Sistemi konusunda düşünceleriniz nedir?
Bence trafik sigortasının kalitesini artıracak olan bir sistem. Hem acentenin ürün sattığı müşteriye, hem şirketin acentesine ve müşterisine karşı sorumluluk duyması ve hizmet  geliştirebilmesi anlamına geliyor. Doğrudan tazmin sistemiyle sistem tersine çevrilirse, bütün şirketler tanıdığı, bir şekilde müşterisiyle, ilişki kurduğu sigortalılara karşı sorumlu olacaklar. Sigorta şirketleri rücu ederek kendi sorunlarını çözecekler. Ama kendi müşterisine hakim olduğu alanda hasarı yönettiği için de, hizmet kalitesinin, müşteri memnuniyetinin artacağına ve dolaylı olarak hasar maliyetinin düşeceğine inanıyorum. Halen üzerinde çalışılan Doğrudan Tazmin Sistemi, gönüllülük esasıyla şirketlerin katılması şeklinde tasarlanmış. Ben, yasal bir düzenlemeyle zorunluluk esasıyla şirketlerin katılması şeklinde tasarlanması taraftarıyım. Sisteme bütün sigorta şirketlerinin katılması gerekiyor. Bir şirket girmezse hasarı yönetmemiz mümkün değil. Şirketlerin takas mantığıyla bir yükümlülükleri olacak. Bu sorumlulukların garanti altına alınması lazım. Eğer şirketlerden bir tanesi finansal olarak zora girerse karşı taraftan bu parayı bizim almamız için yasal bir zemin hazırlanması lazım. Hatta teminatlar olması gerekiyor.

Gençler her koşulda kendilerine güvenmeli

$
0
0

Her basketbolcunun en büyük hayalini gerçekleştirdiniz. NBA’de oynayan ilk Türk basketbolcu oldunuz. Bunu başarmak nasıl bir duyguydu, nasıl çalıştınız?
Benim amacım hiçbir zaman ilkleri yapmak olmadı. Ben her zaman “Kendimi en iyi yerlere nasıl getirebilirim?” diye düşünmüştüm. O anki imkânlar ve fırsatlar benim ilk olmamı sağladı. Oraya giden ilk Türk olmak, uzun süre orada kalmak ve bunu başarabilmek gurur verici. Kendimi şanslı hissediyorum. NBA ligine gitme sürecinde bana çok yardımcı olanlar oldu. İnsanlar fedakarlık gösterdiler ve benimle bu süreci yaşadılar.

Sacramento Kings, San Antonio Spurs, Toronto Raptors,  Orlanda Magics ve L.A Clippers gibi takımlarda görev aldınız. Bu takımlarda neler yaşadınız? Transferlerde verdiğiniz kararların doğru olduğunu düşünüyor musunuz?
Sacramento benim tercihim olmadı çünkü drafta (NBA seçmeleri) girmiştim. Sacramento seçti beni. Ama daha sonra serbest kaldığım zaman, seçme hakkı bana kalmıştı. O anki koşulları göz önünde bulundurduğunuzda daha fazla süre alabileceğiniz, performansınızı daha fazla gösterebileceğiniz takımlara yöneliyorsunuz. Ben Sacramento ve San Antonio’dan sonra serbest kaldığımda, Orlando Magics yetkilileriyle görüştüm. Bana sundukları imkânların beni daha mutlu edeceğini düşündüm ve onları tercih ettim. Bana yapmış oldukları yatırımları gördüğümde doğru tercih yaptığımı anladım. Size duyulan güveni hissettiğiniz zaman işinizi daha rahat yapıyorsunuz.

NBA liginde L.A Lakers’la final mücadelesi verdiniz ve Kobe Bryant’a karşı oynadınız. Bryant’ın oyun stilinden ve karakterinden bahseder misiniz?
Kobe ile hâlâ görüşüyoruz. Bizim jenerasyonun Michael Jordan’ı diyebilirim. Ondaki hırs, istek, arzu, sanırım bir Michael Jordan’da vardı. Ama Michael Jordan’ın yeri her zaman ayrı olmuştur. Kobe’yi savunmak gerçekten çok zordu. Çok hızlı, teknik anlamda mükemmel oynayan ve çok yetenekli bir oyuncuydu. Benim için hep bunlar ilerde çocuklarımıza anlatabileceğimiz güzel anılar. Zaten bulunmuş olduğunuz lig dünyanın en iyi ligi. Karşılıklı oynadığınız, antrenman yaptığımız oyuncular çok kaliteli sporcular. Kendimi şanslı hissediyorum bu konuda. En başından beri NBA’de oynamak en büyük hayalimdi ve gerçek oldu. Onlarla aynı mücadeleyi verdim. O mücadelenin her zaman benim için ayrı bir yeri olacaktır.

O günleri özlüyor musunuz?
Şu an özlemiyorum. Ama eminim ki bundan iki üç ay sonra mutlaka özleyeceğim. Profesyonel anlamda sporculuk hayatınız varsa, ne kadar kabul edemeseniz de, oynamak isteseniz de, fiziki anlamda oynayamayacağınızı kabul etmek zorunda kalıyorsunuz. Fizik kuralları sizi aktif sporculuktan uzaklaştırıyor artık ister istemez.

2009 NBA final maçından sonra Jack Nicholson sizi bizzat tebrik etti. Bunun dışında kendisiyle bir diyaloğunuz oldu mu? Nasıl biri biraz anlatır mısınız?
Maçları takip eden çok fazla insan vardı. Göstermiş olduğunuz performans bir noktadan sonra herkes tarafından saygı görmeye başladı. Jack Nicholson da o maçı izleyenler arasındaymış. Kendisi Lakers taraftarı, beni tebrik ederken iyi bir performans sergilediğimi, ancak 2009 senesinin Lakers senesi olduğunu söyledi. Seneye de siz şampiyon olursunuz şeklinde bir diyaloğumuz oldu. Gelip tebrik etmesi performansıma herkes tarafından saygı duyulduğunu gösteriyor.

NBA’de oynarken sizi psikolojik ve fiziksel olarak en çok zorlayan unsurlar nelerdi?
İlk altı ay NBA temposu beni biraz zorladı açıkçası. Maçlar, seyahatler derken yoğun bir tempoda yaşıyorsunuz. Fiziksel olarak istediğim formu yakalayamamıştım. Bunlar hep bir dezavantajdı benim için. Ancak bunların hiçbir zaman moralimi bozmasına izin vermedim. Gerek soyunma odasındaki takım arkadaşlarımı, gerekse sahaya çıktığımda rakip takımın sporcularını gördüğüm zaman, motivasyonumu en üst seviyede tutmaya çalışırdım. Motivasyonunuz oyununuzu etkileyebilecek en büyük unsur. En iyilerle oynadığınız için motivasyonunuzu yüksek tutmanız gerekiyor.

Profesyonellik bunu gerektiriyor değil mi? Sonuç olarak bir sporcunun psikolojik durumu çok önemli.
Hayatını sporcu olarak devam ettirecek biri için, profesyonellik yaşamınızın bir numaralı unsurudur. Yemek düzeninizden tutun, çalışma şeklinize kadar kendinize bakmanız gerekiyor. O seviyelerde kalmak istiyorsanız disiplinli olmak zorundasınız. Zaten Amerika’ya giderken belli şeyleri kabul ederek gittim. “NBA’de kalmak için ne gerekiyorsa yapacağım” diyordum kendime. Bu yüzden oranın disiplinine alışmanız, profesyonel anlamda kendinizi işinize vermeniz gerekiyor.

Türkiye Basketbol Federasyonunda Sportif Direktör olarak Türk basketbolu adına gerçekleştirmek istediğiniz projeler nelerdir?
Ben gerçekleştirmek istediğim planlarımı kısa vade, orta vade ve uzun vade şeklinde üçe ayırıyorum. Ancak şu anda tüm konsantrasyonumu olimpiyat elemelerine vermiş durumdayım. Erkek basketbolunda tarihinde ilk defa olimpiyatlara gitme şansına sahip olduk. Türk Milli Takımı’nın olimpiyatlarda başarı elde edebilmemizi sağlayacağına inanıyorum. Hem erkeklerde hem bayanlarda, elemeleri geçip yaz oyunlarında mücadele vermek istiyoruz. Olimpiyatlardan gelecek başarı Türkiye’nin basketbola bakış açısını değiştirecektir. Daha sonra federasyon olarak Türkiye’nin basketbolda daha iyi yerlere gelmesini sağlamak için çalışmalara başlayacağız. Türkiye’de basketbolun popülerliğini artırmak için yapılacak projeler var. Altyapı takımları için hayata geçirmek istediğimiz planlar var. Ama önceliğimiz olimpiyatlar. Takım olarak katıldığımızda olimpiyata gidecek Türk sporcuların sayısı da artacak. Bu da ülkemizin dünya çapındaki prestijini artıracaktır.

Pilot takım projesi nedir?
2017 Avrupa Şampiyonası’na ev sahipliği yapacağız. Türk oyuncularımızın Avrupa’daki takımlarda oynayabilmesi, daha fazla tecrübe kazanması için düşündüğümüz projelerden bir tanesi. Şu anda kulüplerde çok fazla yabancı oyuncu olduğu için Türk oyuncular maçlarda yeterli süre alamıyor. Yaz döneminde kulüplerle bu konuyla ilgili görüşmeler yapacağız. Milli takımımıza sporcu yetiştirmek istiyoruz. Çünkü altyapı sporcularına baktığımızda gelecekte milli takımımızda oynayacak çok yetenekli sporcularımız var. Genç oyuncuların önünü açıp, uzun yıllar milli takımda forma giyebilmelerini sağlamayı hedefliyoruz. Olimpiyat elemeleri nedeniyle henüz hayata geçmiş bir proje değil. Ancak olimpiyat oyunlarından sonra üzerinde çalışacağımız ilk projelerden biri.

Özellikle profesyonel liglerde kalite olarak Türk basketbolunun gidişatını nasıl buluyorsunuz?
Türkiye Basketbol Ligi dünya basketbolunun en kaliteli liglerinden birisi olarak gösteriliyor. Kulüplerin yapmış olduğu yatırımlar bizi gerçekten mutlu ediyor. Ancak kulüplerdeki yabancı sayısının fazla olması, ister istemez Türk oyuncularının maçlarda daha az süre almasına neden oluyor. Bu oyuncuların az süre alması demek milli takımda oyuncularımızın, gerekli tecrübeyi kazanamaması demek. Bu da Türk basketbolcularımızı olumsuz şekilde etkiliyor. Kulüplerde az da olsa süre alabilen genç sporculardan, çok kısa bir sürede çok büyük şeyler beklemek durumunda kalıyoruz. Özellikle 2 aylık süreçte Türk sporculardan, hem form tutup hem de performans bakımından en üst seviyeye gelmelerini ve başarılı olmalarını bekliyoruz. Kulüplerle görüşerek bu sporcuları milli takıma nasıl kazandırabileceğimizi konuşacağız.

Amatör takımlarda küçük şehirlerdeki sporculara büyük kulüplerde oynayabilmeleri için neler önerirsiniz? Federasyonun bu konuyla ilgili bir çalışması var mı?
12 Dev Adam Basketbol Okulları (DABO) çalışmalarımız var. 81 ilde devam ediyor. Yaz dönemi okullarımız var. Federasyon olarak biz de bu konuya zaman ayırmak istiyoruz. Sadece Anadolu’da değil, büyük şehirlerde de karşılaştığımız bir durum. Gençler belli bir yaştan sonra ister istemez okul ve spor arasında seçim yapmak zorunda kalıyorlar. O yaşa kadar spor yapmış küçük arkadaşlarımız velilerin isteğiyle okulu tercih ediyorlar ve spor hayatını noktalamak zorunda kalıyorlar.
Hem küçük arkadaşlarımızın spor hayatına devam etmeleri hem de okul hayatlarını devam ettirebilmelerini sağlamak istiyoruz. Ebeveynleri de anlamak gerekiyor. Çocuklarının geleceği açısından uzun vadede sporu garantisi olan bir meslek olarak görmüyorlar. Çok yetenekli, başarılı olabilecek oyuncularımızı bu nedenden dolayı kaçırıyoruz. Sadece basketbol değil diğer branşlarda da böyle.14, 15 yaşlarındaki çocukların velileri bu konuyla ilgili benden öneri istiyorlar. Kendi yaptığım şeyi hiçbir zaman öneremiyorum onlara. Çünkü bana göre benim tercihlerim doğruydu. Ama başkalarına göre doğru olmayabilir. Velilerin ve çocukların benim aldığım riskleri almalarını bekleyemem. Benim çocuğum da aynı durumu yaşarsa, inanın ben de ne yaparım bilmiyorum. Sporun her zaman artıları olduğu gibi dezavantajları da var. Basketbol sakatlık riski çok yüksek olan bir branş. Sporcu sakatlanabilir. Bu sakatlık onu hem eğitiminden hem de spor hayatından mahrum bırakabilir. Velilerin endişesini gidermek ve oyuncuların sporu bırakmalarını önlemek için Amerika’daki burs sistemine benzer bir sistem kurulmalı. Burs sisteminin oturtulması şart, çünkü sporcu olmak isteyen çok arkadaşımız var.

Kendi halimize bırakılırsak doğru yolu buluruz

$
0
0

Bu ay CEO’lar konuşuyor bölümümüze konuk olan Aksigorta Genel Müdürü Uğur Gülen, yasa koyucunun sadece şirketlerin uyacağı kuralları belirlemesini, ancak piyasa koşullarına karışmaması gerektiğini söyledi. Trafik sigortalarında fiyatı pazarın belirleyeceğini ifade eden Gülen, sigorta şirketlerinin trafik kazalarını azaltmak için çaba göstermeleri gerektiğini dile getirdi. Aksigorta’nın sektördeki yerini sorduğumuz Uğur Gülen, Aksigorta’yı sektörden ayrı tutmak gerektiğinin altını çizerek, “Kendimizi sektöre göre çok farklı bir yerde görüyoruz. Çok cesur adımlar attık. Kimsenin yapamadıklarını yaptık. 1 lira eksik karşılığımız yok ve bugün sermaye yeterlilik rasyomuz
%117. Maliyetlerimizi net görüyoruz ve kendi yapımıza göre stratejimizi belirliyoruz. Trafik sigortasında fiyatımız bu diyoruz, çünkü bunun altına çekersek zarar ederiz” şeklinde konuştu.
Aksigorta Genel Müdürü Uğur Gülen, hem sektör hem de Aksigorta’nın hedeflerine yönelik önemli açıklamalarda bulundu.

Türkiye pazarında büyümek için satın alma düşünüyor musunuz?
Yabancı ve yerli ortağımız satın alma konusunda fırsatlara tepkisiz kalmazlar. Son yıllarda ortaya çıkan fırsatları değerlendirme girişiminde bulunduk; ancak, sonuca ulaşmadı, ama niyet devam ediyor. Özellikle yabancı ortağımız Ageas son iki üç yılda önemli satın almalara imza attı. Portekiz Axa şirketini aldı ve bu operasyonla Portekiz’deki en büyük sigorta şirketlerinden biri oldu. Filipinler’de de satın alma gerçekleştirdi. Vietnam’da bir bankayla ortaklık kurdu. Bu da yatırım için istekli olduklarının bir göstergesi. Ancak, Türkiye’deki trafik sigortasına ilişkin belirsizlik endişe yaratıyor. Şirketler olarak biz makul ölçüde kâr etmek zorundayız. Makul oran nedir dersek, yaklaşık 20 puanlık bir getiri makuldür. Bizim görevimiz de bunu sağlamaktır.

Sektör olarak ne bekliyorsunuz?
Biz sigortacılar para kazanmak istiyoruz ve bunu başarabiliriz. Sektörümüzdeki tüm şirketler bilgili, yetenekli kişiler tarafından yönetiliyor. Bu nedenle kendi halimize bırakılırsak doğru yolu buluruz ve para kazanıp ortaklarımıza makul getiri sağlayabiliriz. Bir finansal yapıda düzenleyici kamu kurumu çok önemlidir. Biz sigortacılar işimiz gereği çok sayıda kişiye dokunuyoruz. 30 milyon poliçenin regüle edilmesi elbette gerekli. Ama bu regülasyon, serbestliği engellememeli. Bugün geldiğimiz noktada regülasyonlar serbestliği bir miktar engelliyor.
Regülasyon neye bakmalı? Bilançolar doğru mu, sermaye yeterli mi diye bakmalı. Biz sigorta ettirene bir söz veriyoruz ve regülatör gelecekte gerçekleşecek bir hasarda bu sözün yerine getirilip getirilemeyeceğini düzenlemeli. Müşteriler ve diğer paydaşlar mağdur olmamalı. Ama hangi şirket nerede büyür, ne kadar pazar payına sahip olur, fiyatlamasını nasıl yapar ve hangi ürün gruplarına gider; buralara karışmamalı. Regülatör, fiyata karışmadan gözlemleyip şirketler müşteriye doğru hizmet veriyor mu, ona ilgili hususları doğru anlatıyor mu, hasar hizmetini zamanında yapıyor mu gibi konularda kurallar koyabilir. Diğer hususlarda ise şirketleri serbest bırakması daha doğru olur. Bunları yaptığı zaman işler tıkır tıkır yürür.

İki yeni düzenlemenin geleceği konuşuluyor…
Evet, zorunlu sigortalarla ilgili iki yeni düzenleme çıkacak.  Biri prim belirlenmesiyle ilgili, biri de zorunlu sigortalarda toplam pazar payına uygun satış yapılması. Biz bu tip müdahalelere karşıyız. Fiyat, riske karşı şirketin belirlediği unsurdur ve serbest olmalı. Taksici isyan edince üst sınır koyma gibi uygulamalar olmamalı. Fiyatlardan şikâyeti de anlarım, insan doğasında olan bir şey. Ancak fiyat artışının neden olduğunun da anlaşılması lazım.

‘SEKTÖRÜN SERMAYESİ ERİMİŞ DURUMDA’
Sektör en kötüyü gördü mü?
Şu an görünürdeki rakamlarla en kötüyü görmedik. Çünkü bu rakamlar eksik, doğru değil. Bu zararın doğru ölçümleme ile 5-7 milyar lira arasında revize edilmesi gerekir.

Peki Hazine size ne diyor, zarar edin mi diyor?
Hazine’nin zararla kârla ilgisi olmamalı. Zarar edebilirsin, bu ticarettir. Ama bu zararlar meydana geldiğinde senin yeterli sermayen olması lazım demeli. Sigorta sektörünün toplam sermayesi 5.7 milyar lira. Görünen zarar şu an 2.5 milyar lira. Bunun altı okunursa, gerçekte başka bir şey ortaya çıkar. Karşılıklar ötelenip bilançoya yazılmayabilir, ama o zarar mutlaka gelecek. Kayıtlara girmeyen 3-4 milyar lira daha var. Trafik sigortasından edilen zarar, ödenmiş sermayeyi tamamen götürür durumda. Diğer bir anlatışla, sektörün sermayesi erimiş durumda.

Peki Aksigorta’da durum nasıl?
Aksigorta’yı sektörden ayrı tutmak lazım. Biz çok cesur adımlar attık ve kimsenin yapamadığını yaptık.
1 lira eksik karşılığımız yok ve bugün sermaye yeterlilik rasyomuz %117. Maliyetlerimizi net görüyoruz ve kendi yapımıza göre stratejimizi belirliyoruz. Trafik sigortasında fiyatımız bu diyoruz, çünkü bunun altına çekersek zarar ederiz. Şu anda Trafik’te pazar payımız %1. Bütün sigorta ürünlerindeki payımız ise %5. Böyle olmasını istemeyiz, ama trafik üretimini genel pazar payımız seviyesine yükseltemiyoruz. Bu yüzden daha yaratıcı ürünler çıkarmaya çalışıyoruz, bunlara odaklanıyoruz. Mesela pati (ev hayvanları) sigortasını çıkardık, kaskoyla ilgili ürün setimizi eksiksiz hale getirdik. Uzatılmış garantileri çıkardık Teknosa ve CarrefourSA’yla birlikte. Kefalet sigortası üzerinde de çalışıyoruz. Sağlıkta Acıbadem’le yeni bir işbirliği yaptık. Biz kendimizi ana ırmağın aktığı yerde görmüyoruz, başka bir kanal açtık ve burada mutluyuz.

‘TÜM KARŞILIKLARI AYIRDIK’
Risk değil mi trafikte küçülmek, geçmişten zarar gelecek çünkü?
Hayır, çünkü gelecek zararın karşılığını ayırmış durumdayız. Ben karşılığımı tam yazdıysam artık problemim yok demektir. Ama geçmişte o poliçeler satıldığında, kusurlu sürücü için tam tazminat ödemek zorunluluğu ve sigortacılara yargı tarafından yükletilen nispeten yüksek değer düşüklüğü tazminatları yoktu. Bu hesapta olmayan tazminat tutarları için prim almamıştık. Ama artık bunlar geliyor, olağan uygulama değişti. Ayrıca toplumda bilinç de artıyor. Eskiden cama yapıştırılan bir puldu trafik sigortası. Ama şu anda araç başına teminat 1.5 milyon lira. Maliyetler ve buna bağlı olarak fiyatlar arttı.

Pazar payını artırmayı hedefliyor musunuz?
Trafik sigortası dışında pazar payımızı artırmak istiyoruz. Trafik hariç yüzde 8.5-9 gibi bir hedefimiz var. Esasında pazar payına endeksli bir yapımız yok. Bizim hedefimiz sigortacılık yaparak teknik kâr elde etmek. Hedefimiz yüksek kâr marjlı alanlarda pazar payımızı artırmak. Hedef branşlarımızdan kasko önemli bir ürün grubu. Burada başarılıyız. Yangın sigortaları, konut sigortaları, küçük işletmeler, büyük ve kurumsal işletmeler, nakliyat sigortalarına önem veriyoruz. Öte yandan banka kanalından satılan küçük ve yaratıcı ürünlerimiz var, bunlarda da büyümek istiyoruz. Sağlık sigortasındaki işbirliğimize ait operasyonel süreç tamamlandığında, buradaki pazar payımızı da 3 yıl içinde 2 katına çıkarmak istiyoruz.

Banka kanalında nasılsınız?
Bu bankanın iştahı ile de çok alakalı. Bankanın büyümesine paralel hareket ediyoruz. Bu kanalda ticari sigortalar ile oto sigortaları satışında çok aktif değiliz. Ana akımda yer alan ürünlere ilişkin olarak acentelerimiz güçlü. Kimsenin satmadığı yeni ürünlerde lideriz. Burada kâr marjımız çok iyi. Önümüzdeki dönemde en önemli radikal değişikliklerin bankacılık sektörü ile sigortacılık sektöründe yaşanacağını düşünüyorum. Eskiden normal uygulama şube kaynaklı olarak yürürdü. Yeni normalde ise bu yok. Müşteri yeni bir deneyim yaşıyor. Bizim de “yeni normal” dediğimiz dijital deneyimin içinde olmamız gerekiyor.

DİJİTAL DEVRİMİN SEKTÖRE ETKİLERİ
Dijital deneyim için neler yapıyorsunuz?
Her gün Aksigorta’da dijitalle ilgili bir mısır patlağı oluyor. Önümüzdeki dönemde banka sigortacılığının ciddi bir şekil değişikliği yaşayacağını düşünüyorum. En basitinden mobil telefonda yönetici uygulamamız var, her an şirket içi operasyonları ve rakamları takip edebiliyoruz. Bunu acentelere de uygulayacağız. Facebook üzerinden kasko fiyatlaması yapabiliyoruz. Turkcell’in Bip uygulaması üzerinden trafik plakasını ve T.C. kimlik numarasını yazarak 10 saniye içinde fiyat alabiliyorsunuz. Hasar süreçlerini de bu ortama taşıma hedefimiz var. Dijital ortamda her gün yeni bir uygulama yapıyoruz.

Acentelerin yeni normali nedir?
Acentedeki “yeni normal” daha yavaş  gelişiyor. 10 yıl önce bir sigorta acentesi, 1 ya da 2 şirketle çalışırdı. Bugün yeni normalde bir acente birçok sigorta şirketi ile çalışabiliyor. Tüm şirketler acentelerimizden pay almaya çalışıyor. Yeni normal bu. Bizim daha çok tercih ettiğimiz yöntem, eğitime ağırlık vermek. Onların yapacağı şey bir poliçeyi, kağıdı düzenlemekten ibaret değil. Onlar risk doktoru. Müşterinin bugünkü ve gelecekteki risklerini tespit edip hangi riskler açıktaysa ona göre reçete yazacaklar. Bu örnekte reçetelerin her biri sigorta poliçesi. Biz bu amaç doğrultusunda eğitim vermek istiyoruz. Bu eğitimi işin başlangıç aşamasında veriyoruz. Yaptıkları işi ödüllerle, kampanyalarla, yeni ürünlerle daha heyecanlı hale getirerek aslında bir miktar yaşamlarını renklendirmek istiyoruz. Onlar müteşebbisse biz de onlara öyle davranarak, onlarla aynı yöne baktığımızı göstererek bunu gerçekleştirmek istiyoruz.

‘KAZALARIN AZALTILMASI İÇİN DE UĞRAŞ VERMELİYİZ’
Kaç acenteniz var?
2 bin 500 acentemiz var ve sayı sürekli artıyor, çünkü Aksigorta çok önemli bir marka. Bağımsız bir araştırma şirketinin yaptığı bir araştırma sonucunda müşteri tarafından bağlılığı en yüksek marka olarak seçildik. Bizim poliçemizi taşımak önemli bir ayrıcalık acente için.

Son olarak sürdürülebilirlik konusundaki düşünceleriniz?
Bundan sonraki sosyal sorumluluk  projelerimiz sürdürülebilirlik kavramı üzerine olacak. örneğin, trafik sigortasında sorun bence, trafik kazalarını azaltarak çözülür. Bunun üstünde durulmuyor. Sektör, kazaları azaltma ya da trafik kurallarına uyma konusunda yatırım yapmalı. Yılda 1.2 milyon kaza ve 4 bine yakın ölüm oluyor, yaralanmalardan sonra ölenler de eklendiğinde 10 bine yakın kayıp yaşanıyor. Hazine ve şirketler olarak “kazaları nasıl azaltabileceğimizi” daha çok konuşmalıyız. Ana çözüm bu. O zaman maliyetler de düşer.

‘HEDEFİMİZ % 20-25 SERMAYE GETİRİSİ’
2016 yılı beklentiniz nedir?
Şirket olarak % 20-25 sermaye getirisi elde etmek. Hedefimiz, trafik sigortalarını kenara ayırarak büyümek. Sektörden daha hızlı ve sektörün üstünde büyümek istiyoruz. Sigortacılık faaliyetlerinden para kazanmak istiyoruz.  Sektörün ise trafiği dışarıda bırakırsak yüzde 10-15 bandında büyümesi lazım.  Sektörün büyümemesi için neden yok. Bakın varlıklar artıyor. Yeni binalar, yollar, üçüncü köprü, üçüncü havalimanı diyoruz. Buralarda yeni yapılaşmalar olacak. Bireylerin varlıkları artıyor. Bunların arabaları, evleri değişiyor. Sağlıkla ilgili kaygılar artıyor. Ticaret arttıkça, taşıma işleri artıyor. Yeni fabrikalar açılıyor. Bunları üst üste koyduğumuz zaman bunlar sektörümüzün büyümesi açısından en büyük artılar. Bu nedenle Türkiye her zaman büyüme potansiyeli yüksek bir ülke.  Kısa vadede iniş çıkışlar olabilir belki, ama Türkiye sigorta için büyüme sıkıntısı olan bir ülke değil.

‘Trafikte fiyatı pazar belirleyecek’
Sohbette Aksigorta Genel Müdürü Uğur Gülen’e son zamanların en çok tartışılan konusu üzerine sorular da sorduk. Gündemin ilk sırasında olan Zorunlu Trafik Sigortaları’nda fiyatları pazarın belirleyeceğini belirten Gülen, “Geçen yıl 300 lira olan bugün 800 lira olunca insanlar etkileniyor. Ama seneye 850 lira olduğunda enflasyon oranında arttığını görüp şikâyet etmeyecekler. Biraz sabır lazım.” diye konuştu.

Trafikte fiyatlar normal mi, kalır mı bu seviyelerde?
Fiyatlar normal mi değil mi bunu pazarın söylemesi lazım.  Yeter ki müdahale edilmesin. Benim fikrim fiyatların normal seviyeye geldiği yönünde. Bir bant içinde yukarı gidebilir belki, ama düşer mi dersek bu şirket politikasıdır. İsteyen düşürebilir. Regülatörün de düşürenlere ‘zarar edebilirsin ama bu zararı karşılayacak sermayeyi kenara koy’ demesini isterim.  Yarın, öbür gün bir şirket iflası söz konusu olduğunda bundan en başta müşteriler olumsuz etkilenir ve sigortaya olan güven azalır. Bu güveni yüksek tutmak için “sermayeni koy kenara” denmesi gerekir.  Tabii şu anda fiyatlar arttığı için şikâyet var, ancak sabretmek lazım. Biz bir dönüm noktasından geçiyoruz ve bu biraz sancılı olabiliyor. Ne var ki, sabretmiyoruz ve bu sancı biraz müdahalecilik getiriyor.

Torba Yasa’daki sektörü ilgilendiren değişiklikler için ne düşünüyorsunuz?
İki tane çok iyi değişiklik var gündemde. Bunlar bence Regülatörün yaptığı en iyi şeyler. TSB de buna büyük destek veriyor.  İlk değişiklik, kusurlu sürücülerle ilgili; ikinci değişiklik ise tazminatların hesaplanması hakkında. Bence bu değişiklikler, eğer gerçekleşirse, sektörün maliyetlerini azaltır ve belirgin hale getirir. Bugün fiyatların yukarı çıkmasındaki etkenlerden biri de belirsizlik. Sonuç ne kadar belirsizse o kadar marj koyuyorsunuz.  Bugün maliyet belirgin hale gelir, bedeni hasarlarda ödenecek tazminatlar önceden hesaplanabilirse, maliyetler aşağı düşer ve fiyat seviyesi de stabil hale gelir. Bugün fiyatlar stabil değil ve sürekli yukarı gidiyor.

Birant Yıldız- Yakup Sayar
birant@sigortacigazetesi.com.tr
yakup@sigortacigazetesi.com.tr

Çalışana komut vermek OUT değer katmak IN

$
0
0

Kariyeri boyunca pek çok sigorta şirketinde üst düzey yönetici pozisyonunda çalışan ve 10 yıldan fazla süredir şirketlere detaylı eğitim hizmetleri sunan, aynı zamanda üniversitelerde öğretim görevlisi olarak eğitimler veren, Etkin Yönetim Kurucusu Mehmet Muratoğlu, gelişen sigortacılık sektöründe eğitimin önemini ve zamanla dönüşen liderlik kavramını değerlendirdi. Türk sigorta sektörünün kısa bir dönemde çok uzun bir yol katettiğini söyleyen Muratoğlu, kurumsal eğitim kalitesinin ve imkanlarının artması ile sektördeki ilerlemenin hızlanacağını belirtti. Muratoğlu, insan kaynakları ve teknoloji kullanımı açısından büyük değişimlerin kapıda olduğunu kaydetti.

Kurumların gelişiminde eğitimli personelin önemi nedir?
Kurumlar esas itibarıyla organik yapılardır. Kurumların organik yapılar olmasının nedeni bu yapılarda çalışan insanların varlığı. Günümüzdeki teknolojik gelişme, yeni kaynak kullanımları gibi faktörler kurumların içinde insan-dışı faktörler olarak algılansa da, kurumun esas organik yapısını oluşturan insan olgusu canlılık ve dinamizm getirir. Kurumlar değişime gelişime açık yapılardır. Bu yapıları geliştirecek ve dönüştürecek olan faktörler de insan yapılarıdır. Kişilerin gelişmesi, kendilerini geliştirmesi, donanımlı hale getirmesi ve kurumlarda farkındalık yaratması kişisel gelişimlerine bağlıdır. Bu amaçla mevcut insan yapılarının almış oldukları daha önceki eğitimlerin yanı sıra kurum için de kendi yaptıkları ve taşıdıkları sorumluluklara yönelik uzmanlık alanlarında gelişime ve yenilenmeye ihtiyaçları vardır. O bakımdan kişisel gelişim ve donanımlı insan yapısı, kurumların hem büyümesi hem yapısal değişimi hem de pazar şartlarına ayak uydurması açısından önemli faktörlerdir.

Şirketler eğitime ne kadar önem veriyor?
Yurt dışındaki çalışanların ortalama profiline baktığımız zaman hemen her birey yıllık 36 saat ile 46 saatlik bir eğitim sürecinden geçiyor. Bu da nereden baksanız 1-2 haftalık bir sürece denk geliyor. Yurt dışında eğitimlerin şirketler nezdinde çok yaygın olduğunu söyleyebilirim.
Bu rakamlar Türkiye’ye indirgendiğinde, çok net olmamakla birlikte, iyimser tahminle ortalama 18 saat gibi bir rakam karşımıza çıkıyor. Tabii bu rakam kurumsallaşmış ve ağırlıklı olarak hizmet sektöründe çalışan şirketlerin ortalaması. Genel olarak bakılırsa ortalama eğitim süresi daha da az çıkacaktır. Bizde eğitim maalesef çok fazla önem verilen ve kaynak ayrılan bir alan değil. Ayrılması gerekir mi? Kesinlikle.

Liderlik kavramının zaman içinde geçirdiği dönüşümden bahseder misiniz?
Şirketler için liderler yetiştirilmesi ana konularımız arasında. Hem küresel iş dünyasında hem de Türkiye’deki işletmelerde liderlik yapılarının ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. Öncelikle bir lider tanımı yapalım: Lider, taraftarlarıyla beraber, oluşturdukları ortak amaçlar ve belirledikleri hedefler doğrultusunda ilerleyen ve ilerlerken etrafını dönüştüren ve değer katan kişidir. Yani, artık sadece altındakileri komutlarla, makine düzeyinde yöneten insanlara lider denmiyor.
Liderler artık çalıştırdıkları bireylerden değil, yarattıkları iklimlerden sorumlular. Artık önemli olan nasıl bir iklim yaratıldığı ve bu iklimin ne derece motivasyonel, yaratıcı ve sorumluluklara uygun olduğu.

Artık şirketlerin yönetim kurullarında bağımsız üyeler bulunuyor. Bu bağımsız üyeler ne gibi faydalar sağlıyor?
Bağımsız üyelerde aranan nitelikler işletme yönetimi alanında tecrübe ve deneyim. Yani, bu kişilerin bağımsız olarak üye oldukları şirketlere değer yaratabilecek yapıda olmaları gerekiyor. Kişinin şirkete değer katabilmesi için de işletme ve yenilenme stratejilerinde tecrübeli olması, aynı zamanda vizyoner olması gerekiyor. İcranın başında olmamanız nedeniyle, bilgi desteğini maksimum seviyede sağlamalısınız. Şirketi yöneten kişilere deneyim ve tecrübenizle yol göstermelisiniz.
Aslında son zamanlarda bağımsız yönetim kurulu üyelikleri biraz daha ön plana çıktı. Başlarda çok sempatik karşılanmadı. Bağımsız üyelerin şirket içinde işlere müdahil olabileceği düşünüldü. Halbuki, baktığınızda Fortune 500 listesindeki şirketlerin %95’inde bağımsız yönetim kurulu üyeleri var. Fakat bizim kendi borsamızdaki şirketlere bakıldığında seviye henüz %50’lerde. Şirketlerin gelişiminde ve ilerleyişinde, bağımsız bir gözün yolu aydınlatması büyük önem taşıyabilir.

Sigorta sektöründe 10 yıl sonrasını nasıl görüyorsunuz?
10 yıl sonrasını görebilmek için bugünü hatta 10 yıl geçmişi değerlendirmek lazım. Sigorta sektörüne 1992 yılında girdim. 1992 yılından bu güne tam 24 sene oldu. Sektörün içinden bir kişi olarak sektörde çok hızlı bir değişim olduğunu görüyorum.
Geçtiğimiz 10 yılda, şu anki fırsatların çoğuna sahip değildik. Artık istediğiniz çözümü alıp şirketinize adapte edebiliyorsunuz. Finansal olarak bakarsak, şirketlerin sermayeleri çok daha güçlenmiş durumda. Bunun yanında teknolojik altyapıdaki sınır tanımayan gelişmeler de sektörü ciddi oranda hızlandıracak. Müşteriye ulaşırken, müşteri verileri çok daha iyi hizmet vermek ve çapraz satış yapmak için kullanılacak. Sigorta sektörünün gelecekteki 10 yılını iyi görüyorum ancak, altyapıların çok iyi hazırlanması gerektiği düşünüyorum.

KATILIMCI VE YARATICI EĞİTİM ANLAYIŞI
Eğitim faaliyetlerini yürüttüğümüz firmaların eğitim işlerini ve danışmanlığını yaparken, farkındalık yaratmayı hedefliyorum. Klasik yöntemleri kullanmayı tercih etmiyoruz. Daha çok, workshop gibi katılımcı eğitim anlayışıyla çalışıyoruz. Katılımcıları yaratıcı olmaya teşvik ediyoruz. Önemli olan sadece verileni anlamak değil, aynı zamanda uygulamaya koyabilmek. Anlatılanlar bu şekilde zihinde yer edebiliyor. Sadece anlatarak verilen bir eğitimin %80’i kayıtlı kaynağa başvurmadıkça
öğrenme zamanının %20’sinde kayboluyor. Katılım arttığı zaman ise, katılımcıların unutma
oranı gittikçe azalıyor. Kişiler anlatılanları yaptıkları üzerinden hatırlamak konusunda çok başarılı oluyor.

Otomatik katılım BES’e sınıf atlatacak

$
0
0

BES ve hayat sigortaları sektörünün önde gelen iki şirketi Garanti Emeklilik ile Anadolu Hayat Emeklilik’in genel müdürleri Sigortacı Gazetesi’nin “Sigortacı Buluşmaları” toplantılarında bir araya geldi. Garanti Emeklilik Genel Müdürü Cemal Onaran ve Anadolu Hayat Emeklilik Genel Müdürü Uğur Erkan sektörün geldiği nokta ve geleceğine yönelik önemli açıklamalarda bulundu.  İki genel müdür de gündemin ilk sırasında yer alan BES’te otomatik katılım uygulamasını sabırsızlıkla beklediklerini, 2017’de başlaması muhtemel uygulama ile sistemin farklı bir boyuta taşınacağının altını çizdiler. Onaran ve Erkan’ın sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:
İlk çeyreğe baktığımızda geçen seneye göre BES’te katılımcı sayısında bir düşüş var. Bu normal midir?
Uğur Erkan: 2013 yılında devlet katkısının hayata geçirilmesinin akabinde bireysel emeklilik sektörü büyüme rekoru kırdı. İlk yılda gerçekleşen yüksek adetlerde katılımcı girişlerinin daha sonra kademeli olarak azalmasını normal olarak değerlendiriyoruz. Devlet katkısı, sistemin gelişimine yönelik olumlu etkisini ilk yıl gösterdi, daha sonra etkisi azalarak da olsa yüksek seviyelerde devam etti. 2013 yılında katılımcı sayısı net olarak 1 milyon 40 bin arttı, ikinci yıl 900 binler seviyesindeyken, üçüncü yıl, yani geride bıraktığımız 2015 yılında 950 binler seviyesinde gerçekleşti. Bu yıl da, sene başından bu yana katılımcı sayısının yaklaşık 230 bin kişi arttığını görüyoruz.
Bu durum, katılımcı girişlerinin geçen yıllara göre azalması ve sistemden çıkışlarda bir miktar artış olmasından kaynaklanıyor. Katılımcı sayısı artışında geçen yıla göre bir düşüş trendi mevcut, ayrıca devlet katkısına hak ediş için sistemde geçirilmesi gereken üç yıl dolduğu için ertelenmiş çıkışlar da var.

‘SİSTEMDEN ÇIKIŞLAR ARTTI’
Cemal Onaran: Emeklilik Gözetim Merkezi’nin (EGM) yayınladığı mart ayı rakamlarına bakılacak olursa, girişlerde bir azalma yok. Hatta küçük de olsa bir artış var. Geçen sene martta 139 bin kişi sisteme girerken, bu sene martta 146 bin kişi giriş yapmış. Şubat ayına bakıldığında da girişlerin arttığı görülüyor. Ancak dramatik bir çıkış tablosu var. Geçen sene sistemden çıkışlar aylık ortalama 50-55 bin civarındayken, bu sene ortalama 93 bin.
Devlet katkısına hak kazanarak sistemden çıkmak ve en azından çıkış masrafını dengelemek isteyenler için devlet katkısının üçüncü yılını doldurması bir fırsat oldu. Bunun sonucunda da ilk üç ayda çıkış rakamlarında artış gözlemledik. Sektörün yavaşlamasının sebebi ağırlıklı olarak çıkışlardaki artış.
Gözlemlediğimiz değişik bir trend daha var. Sektörde aktif olarak iş yapan 7-8 şirket var, bunlar satışta çok ciddi efor sarf ediyor. Geri kalan 10-11 şirket ya hiç satmıyor ya da satışlarını yavaşlattı. Bu şirketler kâr edemedikleri için hayat sigortasına yoğunlaşmış durumda, onların BES rakamlarında bir düşüş görülüyor. İlk dört aya baktığınızda girişlerdeki artışın %90 küsurluk kısmı bahsettiğimiz 7-8 şirketten geliyor.

Sektörde BES satan 19 şirket olması fazla mı?
Cemal Onaran: Ölçek ekonomisini yakalayamıyorsanız, ürünün de kâr marjı çok darsa sistem bir noktada arzulanan şekilde yürümüyor. Şu an Türkiye’nin bireysel emeklilikteki potansiyeline baktığınız zaman mevcut 19 şirketi barındıracak kadar büyük bir potansiyel var. Esasında bu potansiyel harekete geçse, herkes bu alanda istediği sonucu elde etse o zaman zaten böyle bir problem kalmayacak. Otomatik katılımla bunun biraz değişeceğini düşünüyorum.

Katılımcıdaki çıkış motivasyonu düşürülebilir mi? Bunun için önlem almak mümkün mü?
Cemal Onaran: Dünya örneklerine baktığınız zaman, ekonomik refah seviyesiyle sigortacılık paralel büyümüştür. Türkiye’de hayat sigortacılığının geride kalmasının sebebi de halkın ekonomik refahının yetersiz olmasıdır, belli bir refah seviyesi olmadıkça bireyler sigorta ihtiyaçlarına öncelik vermiyor. IPSOS ile birlikte bir araştırma yaptık. Buna göre, katılımcıların sadece %7’si getirilerden hoşnut olmadığı için sistemden ayrılıyor. Geriye kalan çoğunluksa paraya ihtiyacı olduğu için sistemden ayrılıyor. Ne zaman ekonomi iyileşir ve refah seviyesi yükselirse, çıkışlar da ona paralel olarak azalır.

Uğur Erkan: Üçüncü basamakta konumlandırılan BES’in en önemli özelliği gönüllülük esasına dayanması. Katılımcılar diledikleri zaman sisteme giriş yapmakta ya da sistemden çıkmakta özgürler. Çıkışı zorlaştırmak için tedbirler alırsanız, bu sefer girişleri de zora sokuyorsunuz. Dünyadaki örnekler de hep bu yapıdadır. Çıkışta alınan vergi uygulamasında bir caydırıcılık var, bununla birlikte emeklilik şirketlerinin kesintileri çıkışa ertelemesi de caydırıcı etki yaratıyor. 2016 itibarıyla kesinti oranları uluslararası seviyelere indirildi. İlk üç yılda brüt asgari ücretin %75’i kadar giriş aidatı alınabiliyordu, bu yılbaşı itibarıyla kesinti oranları çok düşük bir seviyeye çekildi. Netice itibarıyla, paraya ihtiyacı olan kişi kesintilere rağmen, sistemden çıkarak toplu parasını alma yoluna gidiyor. Tasarruf alışkanlığı, gelirin bir fonksiyonu ve ülkedeki ortalama gelir seviyesi yurt içi tasarruf oranı için belirleyici bir parametre.

Cemal Onaran: Türkiye’de “tasarruf bilinci” diye çok konuşulan bir kavram var. Maalesef tasarruf bilinci ve finansal okuryazarlık anlamında çok iyi durumda değiliz. Google’da “Nasıl tasarruf ederim?” diye aratırsanız karşınıza 369 bin sonuç çıkıyor. Buna karşın “Alışveriş” yazıp aratırsanız 19 milyon, “Alışveriş hastalığı nedir?” diye aratırsanız 992 bin sonuç bulursunuz. Bu, bizim insanımızın tasarruftan ziyade tüketim konusunda daha istekli olduğunu ortaya koyuyor. Ne zamanki biz tüketim alışkanlıklarımızı Avrupalılar ya da Japonlar gibi ihtiyaçlarımız doğrultusunda şekillendirmeye başlarız, o zaman BES’ten çıkışlarda da bunun etkisi görülür.

Uğur Erkan: Sistemden çıkışlarda tüm şirketler katılımcılara sistemden ayrılma nedenini soruyor ve en sık karşılaşılan cevap katılımcının toplu paraya ihtiyacı oluyor. Bunun önüne geçilebilmesi için, katılımcıların BES’te biriken paralarını teminat olarak gösterip bankalardan kredi alabilmelerine olanak sağlanabilir. Şu an böyle bir imkân mevcut değil. Bu imkân katılımcılara tanınırsa, toplu para ihtiyacı olan katılımcıları sistemde kalmaya ikna edici bir unsur olacağını düşünüyoruz. Esasen emekliliğe yönelik birikim yapıldığı ve burada biriken paranın emeklilik dönemi için saklanması gerekliliği seviyesine ulaşabilmemiz için biraz daha zamanımız var.

‘OTOMATİK KATILIM İÇİN TARİH 2017’
Otomatik katılıma hazırlanmak için şirketler olarak ne yapıyorsunuz, bu konuda gelinen nokta nedir?
Cemal Onaran: Otomatik katılım konusunda bu yıl mevzuat tamamlanır. Ancak şirketler tarafından bakıldığında teknolojik yazılım ve diğer konularda alınması gereken önemli bir yol var. Dolayısıyla otomatik katılımı 2017’den önce hayata geçirmemiz pek mümkün değil. Devlet bu konuya tasarruf penceresinden bakıyor. Bugün dünyanın en büyük problemi yaşlı nüfus. Yaşlı nüfus tek başına bir sorun değil, ancak hem yaşlı, hem fakir nüfus önemli bir problem. Şu an Türkiye olarak genç nüfusumuzla övünüyoruz… Peki, otomatik katılım bize ne getirecek? Sadece niyette kalan işlerin gerçekleşmesini sağlayacak. Çevrenizdeki insanlara “Para biriktirmek ister misin?” diye sorarsanız, kimseden olumsuz bir cevap almazsınız. Herkes bu konuda niyetlidir; emekliliklerinde devletin de sağladığı katkıyla beraber kenarda bir para birikmiş olsa onunla ev alacaklarını ya da yıllık gelir sigortasıyla aylık gelirlerine ekleyeceklerini söylerler. Ancak bu hep söylemde kalır, hiçbir zaman bu konuda harekete geçilmez maalesef.
Biz emeklilik şirketleri olarak burada çok büyük bir görev üstlendik. Gönüllülük esasına dayalı bir sistemde 6.2 milyon kişiyi Bireysel Emeklilik Sistem’iyle tanıştırmak konusunda büyük bir iş yaptık. Otomatik katılım, bizim ulaşamadığımız kişileri de sisteme sokacak.

‘DÜNYADA GÜZEL ÖRNEKLERİ VAR’
Bu, bütün dünyada çok iyi iş yapmış bir sistem. Herkesin verdiği güzel bir örnek olan Yeni Zelanda bu sistemi çok iyi kurgulamış, ülkede %8’lerde olan tasarruf oranları %20’lerin üzerine çıkmış. Hem devlet hem işveren katkıda bulunmuş, hem de cayma sürelerini kısa tutmuşlar, finansal okuryazarlığı artırma konusunda da harekete geçmişler. Böylece sistemi başarıyla uygulamışlar. Eğer Türkiye’de de bu sistem başarıyla uygulanırsa, ülkemizin gelecekte karşılaşabileceği büyük bir soruna merhem olacaktır. Buradaki kritik nokta sistemin doğru kurgulanması, bunun için de sürekli Hazine’yle irtibat halinde görüşlerimizi birleştirerek ortak bir nokta, çalışır bir sistem bulmak üzere uğraşıyoruz.
Önemli olan, KOBİ’lerin ya da orta boy ticari işletmelerin ve bunların çalışanlarının otomatik katılıma yaklaşımı. Neticede şu an işveren katkısı olmayacak gibi görünüyor. İşverenlere bir maliyet gelmeyecek, belki operasyonel açıdan bir maliyet getirecektir. Esas önemli nokta bu şirketlerde çalışan insanların bu işe reaksiyonunun ne olacağı. Eğer sistemde kalırlarsa hem kendileri, hem kamu otoritesi için doğru bir şey yapmış olacaklar. Kalmazlarsa, gösterilen bütün çaba ve harcanan emek anlamsız olacak.

Uğur Erkan: Ülkemizde birinci basamakta konumlandırılan kamu emeklilik sistemi, zorunlu katılıma dayalı ve temel bir emeklilik geliri sunmayı amaçlayan bir sistemdir. Üçüncü basamakta ise tamamen gönüllü katılıma dayalı ve bireysel tasarrufların değerlendirildiği Bireysel Emeklilik Sistemi var. Esasen Dünya Bankası’nın veya OECD’nin ülkeler için önerdiği emeklilik sisteminde, temel bir sosyal güvenlik sistemine ilaveten işyeri bazlı ikinci basamak emeklilik sistemi mevcut. Buradaki temel faktör, çalışanın belirli tutarlar yatırarak emeklilik programına dahil olması. Bir diğer unsur da, daha fazla tasarruf yapma kabiliyeti olanların, ilave tasarruflarını değerlendirdikleri üçüncü basamak emeklilik sistemi. Bu üç sistemin birbiriyle uyumlu olduğu genel bir emeklilik platformu öneriliyor. Avrupa’da pek çok ülkede,  üç basamak hep birlikte faaliyet gösteriyor. Otomatik katılım uygulaması ile ülkemizdeki emeklilik sistemi dünya örnekleri ile uyumlu bir yapıya kavuşacak.
İkinci basamakta konumlandırılacak işyeri bazlı otomatik katılım esasına dayalı bir emeklilik sisteminin geliştirilmesi uzun zamandır sektörün ve kamuoyunun gündeminde yer alıyor. Otomatik katılım uygulamasının hayata geçirilmesi için mevzuat çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Dünyada başarı ile uygulanan işyeri bazlı otomatik katılım esaslı emeklilik sistemi için tüm detayları içerecek taslak mevzuatın çok yakın zamanda sektör temsilcileri ve kamuoyu ile paylaşılmasını bekliyoruz.

‘PİLOT UYGULAMA OLMALI’
Otomatik katılım uygulaması 2017 yılında faaliyete başlayacak gibi görünüyor. Şirketlerin bu sisteme geçiş süreci ile ilgili olarak, alt yapı ve operasyonel gereksinimler dikkate alındığında, tüm şirketlerin bir anda sisteme dahil edilmesinin mümkün olmadığı düşünülüyor. İlk yıl belirli sayıda çalışanı olan şirketlerin, ikinci yıl ise daha az sayıda çalışanı olan şirketlerin sistem kapsamına alınması şeklinde bir takvimlendirme yapılacak. Uygulamanın hayata geçtiği ilk yıl hangi seviyede başlayacağı bana göre hayati önem taşıyor. 2017 yılındaki ilk fazda mümkün olduğunca sisteme dahil olacak şirket adedini küçültmek gerekir diye düşünüyorum. Böylelikle pilot uygulama yapma ve modeli daha detaylı analiz etme fırsatı bulabiliriz. Taslak mevzuat çalışmaları esnasında; sektör temsilcilerinin görüşleri alınıyor, tüm ülkelerin uygulamaları inceleniyor ve ülkemize uygun bir model oluşturulmaya çalışılıyor. Uygulamanın başlamasının akabinde sektör ihtiyaçları ve deneyimlere göre revizyon ve geliştirimlerin yapılması da mümkün olabileceğini düşünüyoruz. 2017 yılını hem işyeri bazlı otomatik katılım esaslı sistemi başlatma yılı hem de doğru modeli aradığımız bir laboratuvar yılı olarak da görebiliriz.

18 yaşın altında 23 milyonluk bir nüfusumuz var. Bu kesime BES yapılabilir mi?
Cemal Onaran: Elbette birtakım hukuki çalışmalar yapılması gerekir. Kanunlarımızda buna ilişkin düzenlemeler yapılmalı. Ancak, bu bize büyük bir niş market gibi gözükse de esasında geçmiş tecrübelerimize dayanarak baktığımızda büyük bir pazar oluşmayacağını söyleyebiliriz. Maddi durumu iyi olan aileler 18 yaşından küçük çocuklarına BES yaptırma eğilimine girebilirler. Tabloya baktığınız zaman, bizim “yaşayan, düzenli ödeyen” diye bir tanımımız var. Garanti Emeklilik’te sisteme girmiş, bütün aylık ödemelerini yapan bu müşterilerin oranı %55. Diğer şirketlerde de bu oran aşağı yukarı böyledir. Gençlere yönelik planlara indirdiğimizde bu oran bizim şirkette %23’lere düşüyor. Bu anlamda gençler tarafında büyük bir pazar var, ama gençlerde henüz tasarruf bilinci o kadar gelişmiş durumda değil.
18 yaş altına yapacağınız bir uygulama pastayı büyütmesine büyütür, fakat gençlerin ailesinin maddi durumu burada en önemli faktör.

Uğur Erkan: Anadolu Hayat Emeklilik olarak genç segmenti için özelleştirdiğimiz ve sektörde bir ilk olan ürünümüz ile genç nüfusu sisteme erken yaşta katılımını özendirmek için faaliyetlerimize kesintisiz olarak devam ediyoruz.

‘BES GENÇ YAŞTA YAPTIRILMALI’
Bizim hep vurguladığımız husus, BES’e ne kadar erken yaşta girilirse, emeklilik dönemindeki birikimin o denli yüksek ve emeklilik dönemi için anlamlı olacağı. Sisteme 20 yaşında girip, her ay 100 TL katkı payı yatırdığınız zaman ortaya anlamlı bir gelir çıkacaktır. Dolayısıyla Şirket olarak kişileri erken yaşta sisteme girmeye teşvik etmenin sosyal sorumluluk anlamındaki etkisini de önemsiyoruz.
Şirket olarak, geleceğimizin güvencesi olan gençlerimizin ihtiyaçlarına uygun ürün ve hizmetler geliştirebilmek ve en önemlisi de gelecek kaygısı yaşamadan bugünden kendilerini güvende hissetmelerini sağlamak amacıyla “Genç Emeklilik Planı”nı 2015 yılında hayata geçirdik. Onlara en uygun fiyatlı ürünü sunarak, BES’e kolaylıkla dahil olabilecekleri algısını kuvvetlendiren ve gelecekleri için bir kapı açan ilk emeklilik şirket olmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Toplam katılımcı sayımız içerisinde gençlerin oranı %13 seviyelerine ulaştı.
Aslında sektörde faaliyet gösteren şirketler olarak 18 yaşından küçüklerin de BES’e katılabilmesini istiyoruz. Sisteme giriş yaşının düşürülmesinin ve 18 yaşın altındaki kişilerin de sisteme katılmasını, anne babaların çocukları için de tasarruf edebilme imkânını bulabilmesini sağlayacak düzenlemeler sistemin çok hızlı büyümesini sağlayacaktır.

Cemal Onaran: Ben açıkçası doğru kurgulanmış bir katılımı daha faydalı buluyorum. Genç yaşta üniversiteyi bitirip işe giren bireylerin katılacağı bir sistem pastayı daha çok büyütecektir. Böyle bir sistem zaten en başında birçok sorunu kökten çözecektir. 22-23 yaşlarında bireylerin gireceği doğru kurgulanmış bir sistem müthiş çalışır, ancak önemli olan sisteme otomatik olarak dahil olan bu bireylerin sistemde kalması. En büyük sorunumuz sisteme girip daha sonra katılımlarını sürdürmeyenler…. Sisteme en çok bu zarar veriyor. Sadece sisteme de değil, hem şirketlere hem de devlet katkısını erken çıkıp kaybedecek olmaları sebebiyle kişilere de zarar veriyor. Herkes burada kaybetmiş oluyor. Bizim ihtiyacımız olan herkesi memnun edecek ve katılımcıları içeride tutabilecek bir sistem. Bunu sağlamak da kolay değil, bu sebeple çok fazla toplantı yapıyoruz. Herkesi mutlu edecek bir çözüm kolay yaratılamıyor.

Katılımcılar BES’in getirisini yeterince anlamıyor. Fon yönetimi konusunda biraz daha aktif mi olmalı?
Cemal Onaran: Fon yönetimi konusunda elimizi taşın altına koymama gibi bir durumumuz yok. Fonun kurucusu biziz, dolayısıyla fon kötü yönetiliyorsa bunun sorumluluğunu bizim de taşımamız gerekiyor. “Ben yönetmedim, portföy yönetim şirketi yönetti” diyerek kendinizi aklayamazsınız.
Garanti Emeklilik’ten örnek vereyim: Her ay benim başkanlık ettiğim bir Fon Kurulu var. O kurulda biz A’dan Z’ye bütün yatırım stratejilerini, dünyadaki gelişmeleri, Türkiye’deki gelişmeleri konuşan kalabalık bir ekip oluşturduk. Birlikte birtakım kararlar veriyoruz. Eğer siz bu tür kurullar oluşturmadan, kendi kurduğunuz fonu portföy yönetim şirketine verdiyseniz ve bu şirket iyi bir getiri sağlamadıysa çok şikayet etmeye hakkınız olmamalı.
Fonların kurulduğu günden bugüne kadarki sürece baktığımızda, sistem her yıl enflasyondan arındırılmış olarak net %4 getirmiş. Bu çok iyi bir oran. Dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, enflasyonun üzerinde %4 oranda getiri sağladım deyin; sizi orada yere göğe koyamazlar.
En temel problemlerimizden biri olan erken çıkışlar da bu konuda kötü bir izlenim oluşmasına yol açıyor. Sistemde bir sorun yok, biz bunu grafiklerle de gösterebiliyoruz.
Yine de bu endişeleri göz önüne alarak, emeklilik şirketleri ve portföy yönetim şirketleri olarak bir araya geldik. Kamu otoritesinden SPK ve Hazine’yi de yanımıza alarak “life-cycle” dediğimiz, yaşam boyu kullanılmak için tasarlanmış bir fon kurmak üzere çalışıyoruz. Life-cycle fonlar bir şekilde hayatımızda olacak. Biz 23-24 yaşındaki birine sisteme girmesini söylerken, likit fonlarla sisteme girmesi konusunda öneride bulunmayacağız. İçinde hisse oranlarının olduğu esnek fonları tercih etmesini söyleyerek, emekliliğe yakın dönemde kendini garanti altına alabilecek fonlara doğru götürecek sistemleri hayatımıza sokacağız.

Uğur Erkan: 2004 yılı başından 2016 yılı Nisan ayı sonuna kadar geçen dönem için değerlendirme yaparsak, emeklilik yatırım fonlarının kümülatif ağırlıklı ortalama getirilerinin nominal %329, reel olarak da %62 seviyesinde gerçekleştiğini görüyoruz. Örneğin hisse fonlarının 2016 yılı getirisi %18 seviyesinde ölçülüyor. Emeklilik yatırım fonları yapısı gereği uzun vadeli değerlendirilmeli. Sistemin fon getirileri anlamında başarılı performansını faaliyete başladığı tarihten bu yana istikrarlı bir şekilde sürdürdüğünü söyleyebiliriz.

Emeklilik şirketleri yeni dönemde BES alanında ne yapabilir?
Uğur Erkan: 13. yılına giren sistemde 6,3 milyon katılımcı bulunuyor. Devlet katkısının hayata geçirilmesinden önce, 2013 yılına kadar geçen 10 yıl boyunca, emeklilik şirketleri olağanüstü yatırımlar yaptı. Sektördeki tüm şirketler çok büyük bütçeler ayırarak reklam ve tanıtım çalışmaları gerçekleştirdi. Devlet katkısı başladığında, ülkemizde sağlam bir altyapı oluşturulmuştu. Sistem bu altyapının üzerinden emin adımlarla ilerledi. Kesinti yapılarının uluslararası seviyelere indirilmesine yönelik gerçekleştirilen mevzuat değişikliğiyle, şirketleri bir miktar zorlayan ama sistemin gelişiminin önünü açan bir dönem başladı. Şimdi de iş yeri bazlı otomatik katılım esaslı emeklilik sistemi geliyor. Otomatik katılım uygulaması, aslında 6,3 milyon katılımcı sayısına ulaşmış sisteme yaklaşık 20 milyon çalışanı topluca katacak bir model. Şirket sahiplerine, tüm çalışanlarını sisteme dahil etmesi söyleniyor. Sistemin katılımcı tabanı olağanüstü seviyede genişleyecek.

Şirketlerin mevcut kadroları ne olacak?
Uğur Erkan: Türkiye’deki işveren ile çalışan sayılarına baktığımızda ve geçişin 3-4 yıl içinde kademeli olarak yapılacağını göz önüne aldığımızda, önümüzdeki dönemde pazarlama aktivitelerinin yoğun bir şekilde devam edeceğini söyleyebiliriz. Her yıl yeni işe başlayan ve dolayısıyla sisteme giren çalışanlar olsa da, bireysel pazarlama ve satış ihtiyacına yönelik ihtiyacın bir miktar azalacağını görebiliyoruz. Şirketlerin satış kadroları ve organizasyon yapıları da bu doğrultuda şekillenecektir.

Cemal Onaran: Otomatik katılıma gelince, tüm üçüncü basamak üst segment satışları ölmeyecek. Yaptığımız görüşmelerde hiçbir şekilde üçüncü basamağı bitirecek bir yapıdan bahsedilmiyor. Dolayısıyla, üçüncü basamağın ölmediği bir durumda, bireysel emeklilik şirketlerinin yapıları bireysel satıştan kurumsal satışa dönecek. Zaten, bizim personelimiz sadece bireysel emeklilik satmıyor. Hayat işi de yapıyoruz. Dolayısıyla, bütün şirket çalışanlarının çok korktuğu felaket senaryoları beklenmesin. Neticede, ufak ayarlamalar olacaktır ama şirketler bir şekilde mevcut kadrolarıyla büyümeye ve iş yapmaya devam edecektir.

Yeni sistem için emeklilik şirketlerinin fikirleri alınıyor mu?
Cemal Onaran: Devlet bizimle işbirliği yapıyor. Sigorta şirketlerinin fikirleri alınıyor. Uygulama tarafında ne yapılır, bunu tam olarak bilemiyoruz. Şu an, en azından bizim komitelerimiz birlik nezdinde çalışıyor, bütün şirketler görüşlerini aktarıyorlar, bu görüşler toplanıyor ve Hazine’ye sektörün görüşü olarak iletiliyor.

Uğur Erkan: Şirketlerin bütünüyle karşı olduğu bir uygulama faaliyete geçmiyor. Kamu otoritesi ve emeklilik şirketleri karşılıklı görüşmelerde bulunuyor ve olgunlaşarak bir noktaya geliniyor. Tabii ki nihai karar kamu otoritesindedir. Emeklilik şirketleri olarak ülkemizin menfaatine olacağını düşündüğümüz hususlarda görüşlerimizi iletiyoruz.

Devlet katkısı devam eder mi?
Uğur Erkan: Dünyada uzun vadeli tasarrufa olanak sağlayan ve başarıyla uygulanan emeklilik sistemlerinde teşvik mevcuttur. Teşvikin oranı ve uygulama yöntemi tabii ki değişebilir. Devlet katkısının devam etmemesine yönelik bir düşüncemiz bulunmuyor.
Peki bireysel emeklilik sektöründeki süregelen kârsızlık sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uğur Erkan: Sektörde faaliyet gösteren 19 şirketin sadece 4 tanesi kâr edebiliyor. Emeklilik şirketlerinin yaptığı minimum 8-10 yıllık uzun dönemli fizibilite çalışmalarına göre bir beklenti oluşuyor ancak düşük marjla çalışmak zorunda kalındığı için fizibilite çalışmaları daha ileri bir zamana doğru kayıyor. Sektörde belirli bir ekonomik büyüklüğe ulaşmamış şirketler için fizibilite çalışmaları daha meşakkatli oluyor ve emeklilik sektöründe kronik kârsızlığa neden oluyor.

Cemal Onaran: Kârlılık tarafında otomatik katılımın büyük bir etkisi olacağını düşünmeyin. BES’te kamu otoritesinin yapmak istediği şirketlerin kâr etmesini sağlamak kesinlikle değil. Kamunun birinci önceliği halk, yani müşteriler. Dolayısıyla, halkın daha mutlu olabileceği bir model üzerinde tartışıyoruz. Otomatik katılım şirketler için yapılacak bir hamle değil.
Artık BES’te iki konu öne çıkacak. Birincisi; biraz önce bahsettiğimiz ölçek ekonomisi. Eğer büyüklüğünüz belli bir noktada değilse, istediğiniz kadar farklı yöntemler bulmaya çalışın, BES işi yapmanızın fizibilitesi yok. İkincisi de OPEX, yani işletme giderleri tarafı. Giderlerinizi doğru yönetemediğiniz noktada -ki bunun içerisinde dağıtım kanalı komisyonu, dijitalleşme, marketing harcamaları var- sistemin para kazanma şansı yok.

Ölçek tutturamayan şirketler ne yapacak? Konsolidasyona mı gidecekler?
Uğur Erkan: 2016 yılı itibarıyla 19 şirketin bireysel emeklilik sektöründe faaliyet göstermesi, sektöre olan bakışı etkiliyor. Şirketler potansiyel olduğu için sisteme giriş yapıyorlar. Sektördeki şirket sayısının azalması güven kaybı yaratmaz ama renkliliği azaltabilir. Toplam katkı payı üretiminin yaklaşık %67’si ilk dört şirketin kontrolünde bulunuyor. Bu tablonun önümüzdeki dönemde de sürmesi muhtemel gözüküyor.

Cemal Onaran: Konsolidasyona gidilmeyebilir. Bazı şirketlerin yaptığı gibi, agresif büyüme stratejileri durdurulabilir. Yani hayat tarafı devam ettirilir ancak BES tarafına çok yatırım yapılmaz. Reklam kampanyaları ve istihdam yaratımı durdurulur. Şirketler, mevcut portföyle kâr zarar dengesinde bir noktada durmaya çalışabilir.

Ülkemizde hayat sigortaları sadece krediye bağlı olarak satılan bir ürün olmaktan nasıl çıkarılır?
Cemal Onaran: Konuşmaya başlarken söylemiştim: Sigorta ürünlerinin satışı, özellikle zorunlu ürünler değilse, insanların refah seviyeleriyle çok bağlantılı. Türkiye’de kişi başı geliri 10 bin dolar seviyesinden 15-20 bin dolar seviyesine çıkaramadığınız noktada, dünyadaki yüksek rasyoları elde etmeniz mümkün değil. Tabii, kişilerin ihtiyaçlarına uygun yeni ürünler ürün çeşitliliğini artırılması gibi yöntemler kullanılabilir. Satış ekiplerinde de modeller değişmeye başladı. Satış ekiplerinde BES ağırlıklı bir modelle çalışılırken, bu ekipler gerek acente gerek banka şubeleri tarafında, hayat sigortasında müşteriye daha çok ürün sunmaya ve ikna etmeye çalışıyorlar. Bütün bunlar da sektörde kredi bağlantılı sigortalarda bir miktar iyileşme sağlıyor.
Krediyle bağlantılı olmayan sigortalarda, bu sene, geçen seneye göre %77 büyüdük. Büyük bir sıçrama var burada. Özellikle eğitim sigortalarında iyi satışlar elde ettik.
Geldiğimiz nokta diğer sigortalara göre küçük olsa da, mevcut potansiyeli kullanmaya başladık. Devamı da gelecektir. Buna karşın, hayat sigortalarında Hollanda, ABD penetrasyon seviyelerine ulaşmamızın tek yolu refah seviyesinin artmasıdır.

Uğur Erkan: Hayat sigortası branşında Türkiye’de 2014 yılında gerçekleşen kişi başı prim üretimi 19 dolar seviyesinde. Yurtdışında bu rakamlar çok yüksek ancak o rakamların içine birikim unsuru olan ürünler de dahil. Ülkemizde birikim ihtiyacı Bireysel Emeklilik Sistemi dahilinde karşılanıyor. Hayat sigortası farkındalığı, gelir seviyesi yüksek olan kişilerde dahi beklenen seviyede değil. Sigortayı bir maliyet unsuru gibi değil, yaşam evresine bağlı olarak hayatın içerisinde her an her gün karşılaşabileceğimiz risklere karşı bir güvence olarak görmek gerekiyor.
Yaşamsal risklere ve bu risklerin sigortalanmasına yönelik farkındalığın ülkemizde henüz yeterli seviyeye ulaşmadığı söylenebilir. Bunlara paralel olarak, ülkemizde hayat sigortası sektörünün yüksek bir gelişim potansiyeli bulunuyor. Sigortalılık oranı ve prim üretimi seviyesinin artırılması bu anlamda büyük önem arz ediyor. Farklı yaşam evrelerine yönelik yaşamsal riskleri güvence altına alan kredi bağlantısız hayat sigortası ürünlerinin henüz emekleme devresinde olduğunu söyleyebiliriz. Kişilerin bilinç ve farkındalık seviyesine paralel olarak hayat sigortası prim üretim hacminin artacağını düşünüyoruz.

ERKAN: Otomatik katılım uygulaması 2017 yılında faaliyete başlayacak gibi görünüyor. Sisteme geçiş süreciyle ilgili olarak, altyapı ve operasyonel gereksinimler dikkate alındığında, tüm şirketlerin bir anda sisteme dahil edilmesi mümkün değil.

ONARAN: BU YILI DA SEKTÖRÜN EN KÂRLI ŞİRKETİ OLARAK KAPATMAK HEDEFİMİZ
Garanti Emeklilik olarak 2016 için belirlediğimiz tüm hedeflerimizi gerçekleştiririz. Pazarın yine en büyük oyuncularından biri olmaya devam ederiz. Pazar payı tabii ki önemli bir kavram ama, pazar payından daha önemli olan gerek müşterilerimiz, gerek çalışanlarımız için atacağımız adımlardır. Dolayısıyla, müşteri memnuniyeti tarafında çok iyi ortalamalara geldik. Yaptırdığımız NPS skorları da bunu gösteriyor. Şirket memnuniyeti tarafında da çok yol kat ettik.
Son 6 yıldır sektörün en kârlı şirketiyiz. 2016 yılını da sektörün en kârlı şirketi olarak kapatmayı hedefliyoruz. 2016 yılının bizim şirketimiz açısından herhangi bir riski olduğunu düşünmüyorum.
2017 yılında da otomatik katılımın hayatımıza girmesiyle beraber, çalıştığımız güçlü dağıtım kanalımız Garanti Bankası, Türkiye Finans gibi kurumların da müşterilerdeki etkinliğini kullanarak  otomatik katılım pastasından iyi bir pazar payı alabileceğimizi düşünüyorum.

ERKAN: DAĞITIM KANALLARIMIZIN GÜCÜYLE ÖNE ÇIKACAĞIZ
Şirket olarak kuruluşumuzdan bu yana, sektörde faaliyette bulunduğumuz bireysel emeklilik ve hayat sigortası branşlarında lider konumdaki şirketlerden biriyiz. Tabii ülke sathına yaygın dağıtım kanallarımızın, Türkiye İş Bankası şubelerinin ve acentelerimizin gücümüzdeki payı çok büyüktür. Banka dağıtım kanalına sahip olmayan şirketlerin pazardaki paylarının kuvvetli olması kolay değil. Bunu hem bireysel emeklilik hem de hayat sigortası branşlarında görebiliyoruz. Şirketler için belirleyici olan banka dağıtım kanalının olmasıdır. Şirketlerin pazar payı sıralamasına da bakarsak, dağıtım kanallarının gücüyle sıralamadaki yerleri doğru orantılıdır. Kuvvetli dağıtım kanallarına sahip şirketler, her zaman rekabet avantajına sahip olacaklardır. Bizim de, Anadolu Hayat Emeklilik olarak, geniş dağıtım kanallarımız doğal rekabet avantajımız olarak öne çıkmaktadır. Önümüzdeki dönemde de piyasadaki lider konumumuzu her alanda korumak için faaliyetlerimize hız kesmeden devam edeceğiz.

ONARAN: BES’te kamu otoritesinin yapmak istediği şirketlerin kâr etmesini sağlamak değil. Kamunun önceliği halk. Dolayısıyla, halkın daha mutlu olabileceği bir model üzerinde tartışıyoruz.

47.4 milyar TL Katılımcıların fon tutarı
6.1 milyar TL Devlet katkısı fon tutarı
36.3 milyon Katılımcı sayısı
39 milyar TL Katkı payı tutarı
38.5 milyar TL Yatırıma yönlenen tutar

*EGM’nin 29 Nisan 2016 tarihli verileri

Yakup Sayar -Renk Özcan
-Umut Deniz Elçi
yakup@sigortacigazetesi.com.tr
renk@sigortacigazetesi.com.tr
umut@sigortacigazetesi.com.tr

Sabırlı olunursa piyasa dengesini bulacaktır

$
0
0

Sompo Japan Sigorta Genel Müdürü Recai Dalaş, sabırlı olunması halinde 2016 yılının sonuna doğru piyasanın kendi içinde bir dengeye oturacağını söyledi. Şirket olarak Japonlardan ciddi iş yapma konusunda çok şey öğrendiklerini ifade eden Dalaş, “Bununla birlikte, Japonya’dan aldığımız know-how kadar biz de Japonya’ya know-how veriyoruz. Özellikle oto sigortalarındaki yetkinliğimizin, sürekli sektör ortalamasının üzerinde sonuçlar elde ettiğimizin sermayedarımız da farkında” değerlendirmesi yaptı.

Torba yasayla değiştirilen üç madde sizce trafik sigortasındaki sorunu çözecek mi?
Trafikteki sorunu aslında piyasa dinamikleri çözecek, torba yasanın içinde geçen üç madde tek başına çözemeyecek. Bu üç madde neticede sektöre ilave maliyet getiriyor. Torba yasadaki maddeler sigortacılardan çok vatandaşı ilgilendiren bir konu. Sonuçta sigorta şirketlerinin ilave maliyetleri göz önüne alıp bir fiyatlama yapması lazım, bakacak olursanız son dönemlerde şirketler zaten bunu yapmaya çalışıyordu. Yapılan fiyatlandırmalar primlere zam olarak yansıdığı için doğal olarak vatandaş da bundan rahatsız oluyordu.
Dolayısıyla, eğer sektör bu maliyetlerden kurtulabilirse fiyatların daha aşağı bir seviyede dengelenmesi beklenebilir. Bu düzenleme, yargının tutumuna bağlı olarak sigorta şirketlerinin maliyetlerinde olumlu bir etki yapabilir ya da yapmayabilir. Önemli bir gelişmedir ancak  “Sigorta sektörünün sorunlarını çözer” gibi iddialı bir laf etmeyi gerektiren bir gelişme değildir.

Hazine’nin getirdiği tavan fiyat uygulaması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şu an sektördeki şirketlerin önemli bir bölümü trafik sigortası yazmamak için fiyatlarını bilinçli olarak yukarıda tutuyor. Zaman zaman da burada kantarın topuzu kaçıyor ve piyasa açısından kabul edilemez fiyatlar ortaya çıkabiliyor. Hazine de buna bir önlem olarak bazı alanlarda azami fiyat getiriyor. Ben bunu tarife rejimine dönüş olarak yorumlamıyorum. Ancak bu düzenleme, ileride bir gün tarife rejimine dönülebileceğine ait bir işaret olarak algılanmalı ise o zaman bu uygulamayı doğru bulmam.

‘SERBESTİ HER ŞEYİ ÇÖZER’
Bundan sonra biraz sabırlı olunması halinde 2016 yılının sonuna doğru piyasa kendi içinde bir dengeye oturacaktır Şu anda bile trafik sigortasında yaşanmakta olan sorunların önemli oranda aşıldığını düşünüyorum, önümüzdeki aylarda fiyatların bir miktar düşmesi de beklenebilir. Ancak öncelikle  bu sabrı göstermek gerekiyor. Nitekim, yılın son döneminde başlayan fiyat artışları bu yılın mayıs ayında bir hayli yumuşadı.

Trafikle kaskonun birleştirilmesi gibi öneriler sunuldu. Dünyada böyle örnekler var mı?
Kasko ve trafik sigortası birleşebilir, ama bu zorunlu olarak yapılamaz. Kasko isteğe bağlı, trafik sigortası ise  zorunlu bir sigorta. Zorunlu bir sigortayla zorunlu olmayanı birleştirmek mümkün değil, ama gelecekte isteğe bağlı bir tür ürün olarak sunulabilir. Bugün de aslında örnekleri var.  Amaç fiyatların düşmesi olacaksa, böyle bir hamleyle fiyatlar düşmez.

Doğrudan tazmin sistemi ne getirir? Fiyatları etkiler mi?
Doğrudan tazmin sisteminin şirketlerin birçok operasyonunu derinden etkileyeceği bir gerçek. Ürün tasarımından teknolojisine, hasar süreçlerine kadar birçok alanı etkileyecektir. Burada vatandaş açısından etkisi,  trafik sigortası sahiplerinin daha iyi hizmet alabilecek olmasıdır. Daha iyi hizmetin gereği olarak  hasar maliyetleri de artacağı için, fiyatların da bir miktar artması da beklenebilir.

‘DTS ANCAK 2018’DE BAŞLAR’
Doğrudan tazmin sistemine geçiş için hangi aşamaya gelindi?
Bu tamamen Türkiye Sigorta Birliği tarafından yürütülen bir konu. Bunun altyapı hazırlıkları hemen hemen bitti, fakat ben sektörün ve şirketlerin bir test sürecinden geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple bunun 2017 başında başlayabileceğine pek ihtimal vermiyorum. Daha evvel 2017 diye bir tarih verilmişti, ama bunun en erken 2018’de başlayabileceğini tahmin ediyorum.

Kasko konusunda değerlendirmeniz nedir?
Kaskoda bir sorun görmüyorum, bu ürün sonuçta oturmuş bir ürün. Dönem dönem kârlı bir branş oluyor. Hatırlarsanız 2012 yılı sonunda sektör, özellikle büyük şirketler kaskoda kötü sonuçlar elde edince 2013 yılında fiyatlar anlamlı bir şekilde artmıştı. Dolayısıyla 2013 yılında düzenlenen poliçeler oldukça pozitif sonuçlar verdi. O dönem başlayan  kârlılık  giderek azalıyor, ama bu normal. Azalan kâr, zarar seviyesine dönerse yeniden yukarı çıkıp makul kâr üretilen dönemlere geçilecektir. Sonuç olarak kaskoda önemli bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Bununla birlikte, şu an oto sigortalarındaki, özellikle de trafik sigortasındaki toz duman yatıştığı zaman piyasaya kaskoyla trafiği birleştiren, (zorunlu olmaksızın) yeni ürünler çıkabilir. İleride bu birleşik ürünün payının artması, kaskonun da buna paralel olarak adet açısından azalması beklenebilir.

Yönetici profili artık giderek banka kökenlilerden oluşuyor. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Aslına bakarsanız sigortacılığa başlamadan önce benim de 6-7 yıllık sigorta dışı deneyimim var. O yüzden benim de sigortacılığım bir miktar tartışmalıdır. Genellikle sigorta dışından genel müdürlerin başarılı olamadığı düşünülüyor, fakat bununla birlikte sigortacı genel müdürlerin de çok başarılı olduğu söylenemez. Ben bu sektörde 31’inci yılımı dolduruyorum, bu 31 yıl boyunca sigortacıların hiç hayatından memnun olduğunu hatırlamıyorum. Hep bir problem olmuştur.

‘BENİM ÖZEL BİR YÖNETİCİLİK PROFİLİM VAR’
Açıkçası ben sigortacılık bilgisinden daha çok işletmecilik, yöneticilik bilgisiyle başarılı olmaya çalışan bir yönetici profiliyim. Kendi adıma bu yaklaşımın doğru  olduğunu söyleyebilirim. Yaklaşık 25 yıldır üst düzey yöneticilik yapıyorum. Bu 25 yıldır sigorta şirketleri hep hallerinden şikayet ettiler, ama benim bu 25 yılın her hangi bir döneminde  sermayedarlarımızı mutsuz edecek bir finansal tablo sunmuşluğum olmadı.

Şirketin geldiği noktayı değerlendirebilir misiniz?
İlk poliçemizi keseli 14 yıl oldu. Çok çeşitli aşamalar geçirdik. Kendi adımıza bir zorluk yaşamadık, ancak genel duruma baktığımızda sektörün kolay bir sektör olmadığı da açık. O yüzden görece zorlu dönemlerden de geçtik. Sonuçta, düşük sermayeyle kurulan küçük şirketlerin birçoğunun uzun vadede yaşamını sürdüremediğini birçok kez gördük. Biz bunu başarabilen çok az sayıdaki şirketlerden biriyiz.
Şu an geldiğimiz noktada sektörün ilk 10’u içerisinde yer alıyoruz ve konumumuzu  sağlamlaştırıyoruz. Son 10 yıldır sürekli kâr edebilen birkaç  şirketten biriyiz. Bunu, yoğurdu başkaları gibi yemeyişimize borçluyuz. Şartlar ne olursa olsun, herhangi bir şirketi takip ve taklit etmek yerine kendi yöntemimizi geliştirmeyi tercih ettik. Taklit etmedik ama taklit ediliyoruz. Başarımızın en temel anahtarı budur.

Sompo Japan Sigorta ne kadar Japonlaştı?
Biz güvenilir,  kültürüne sahip çıkan ve o kültürü geliştiren bir ekibiz. Japon sermayedarımız da doğal olarak şirketten çok memnunlar tam bir uyum içinde çalışıyoruz. Japonların bize sistematik iş yapma konusunda katkı sağladığını  söyleyebilirim. Bununla birlikte, Japonya’dan aldığımız know-how kadar biz de Japonya’ya know-how veriyoruz.  Grubumuzun Brezilya’da bulunan bizden iki kat daha büyük bir şirketine bizim şirketten yönetim kurulu üyesi gönderdik. Böyle de bir özelliğimiz var.

‘KOŞULLAR BÜYÜMEMİZİ GEREKTİYOR’
İlk üç aya bakarsak gaza basmış, %147 oranında büyümüşsünüz.
Esasında biz gaza basmadık. Burada yaptığımız şey piyasayı doğru analiz ederek doğru pozisyon almak. Piyasa koşulları büyümemizi sağlıyor. Geçmiş yıllara ait sektör verilerine baktığınız zaman bu şirketin 2008 ile 2011 arasını kapsayan dört yıllık dönemde hiç büyümediğini görebilirsiniz.

Büyümeniz trafik sigortasından mı kaynaklanıyor?
Önemli ölçüde trafik sigortasından kaynaklanıyor, ama Sompo Japan Sigorta her alanda büyüyor. Mesela, son haftalarda kaskoda da % 8 civarında  pazar payına ulaşmış durumdayız. Bu büyüme rakamları bizi sektör beşinciliğine taşır. Fakat bu biz gaza bastığımız için değil, rakiplerimiz bize bu imkanı verdiği için gerçekleşecektir.

Bu gelişimi nasıl sağlıyorsunuz?
Aslında çok basit. Bu soru bize kendi grubumuz içinde de soruluyor. Geçen ay grup CEO’muzun daveti üzerine Türkiye gibi  zor bir pazarda nasıl  başarılı olduğumuzu anlatmak için Japonya’ya gittim. Orada da aynen şunu söyledim: Biz her gün, bir önceki günden daha iyi bir şirket olmaya çalışıyoruz. Bu bizim tek hedefimiz. Sistematiğiyle, iş kurgusuyla, prosedürleriyle, stratejisiyle, insan kalitesiyle, kullandığı teknoloji ile her gün bir önceki günden biraz daha iyi olmak. Bunu laf olsun diye söylemiyorum, gerçek inancım bu.
İstikrarlı bir yönetim olduğumuz için bu imkanı elde edebiliyoruz. Yönetimler sık sık değiştiği zaman bir sil baştan hadisesi yaşanır, burada yaşanmıyor. Zaten başarılı olan yapının üzerine her gün bir tuğla koyuyoruz. Her gün bir önceki günden daha iyi olmayı başardığınız zaman piyasa sizi zaten ödüllendiriyor. İyi şirketseniz, iyi şirket olmanın gerektirdiği konuma er geç geliyorsunuz. Bu anlamda düşündüğüm zaman, bu şirketin orta vadede ilk üçte yer alacak bir şirket olduğundan neredeyse eminim.

Sektördeki kârsızlık sorunu nasıl çözülür?
Bizim böyle bir sorunumuz yok, hiçbir zaman da olmadı. Tarife metodolojisi, hasar yönetim becerisi, iş zekası, teknoloji, kaliteli yönetici, kaliteli uzman ve kaliteli çalışanı bir araya getirdiğiniz ve bir süreklilik ile bir firma kültürü içinde hareket ettiğiniz zaman zaten bir gün önce var olan yeteneğinizi daha da geliştirmiş oluyorsunuz. Böyle olunca zarar etmeniz de pek kolay olmuyor.

‘SÜREKLİ ZARARI ANLAYAMIYORUM’
Samimi olarak söylüyorum, bu sektörün niye sürekli zarar ettiğini anlamakta güçlük çekiyorum. Biz burada bir sıkıntı görmüyoruz. Daha iyi bir şirket olmak ve doğru düzgün hesap kitap yapıp doğru zamanda büyüme için tabiri caizse gaza basmak, ama öbür taraftan da gerektiği zamanda büyümekten kaçınmak gerekiyor. Bugün sektörde çok kötü sonuçlar alan şirketlere baktığınız zaman, bunların  yanlış zamanda büyük pazar payı aldığını görüyoruz. Böyle olunca ortaya devasa zararların çıkması da kaçınılmaz oluyor. Sompo Japan Sigorta olarak tabii ki piyasa koşullarını doğru okuyup doğru pozisyonu almaya çalışıyoruz.

‘SÜREKLİ KENDİ TARZIMIZI YARATIYORUZ’
Sizi diğer şirketlerden ayıran unsurlar nedir?
Kuruluşumuzdan beri kendi tarzımızı yaratıyoruz. Bu şirketin kurucu yönetim ekibinin daha önce de birlikte çalışmış olmasından gelen ve bugüne kadar sürdürülebilen farklı bir kültür yaratma çabası sayesinde bu böyle oldu. Bizim rakiplerimize göre en büyük avantajımız bu. Benim 15 yıla yakın bir süredir burada genel müdürlüğü sürdürüyor olmamın böyle bir katkısı var. Biz sürekli olarak yenilikçi, gelişen, bir gün öncesinden daha iyi bir şirket olmayı hedefleyen bir kültür yarattık. Çalışanlarımız sözde değil, özde gerçekten önemlidir. Fikir özgürlüğünün ifade özgürlüğüne dönüşmesine, hatta bunun da sonuçlara yansıyacak aksiyonlara dönüşmesine elverişli bir ortam vardır. O nedenle, şirketimizde bir şey yapmaya niyeti ve ehliyeti olan çalışanların mutlu çalışanlar olduğunu düşünüyorum. Bu da sürekli yenilik üreten bir yapı oluşturuyor.

‘Acentelik kolay kolay bitmez’
Türkiye’deki dağıtım kanallarının geleceğiyle ilgili bir değerlendirme yapan Sompo Japan Sigorta Genel Müdürü Recai Dalaş, Türkiye’de acenteliğin kolay kolay bitmeyeceğini söyledi. Banka sigortacılığının önümüzdeki dönemde gelişmesinin zor olacağını belirten Dalaş, internet sigortacılığının gelişebileceğini, ancak bunun acenteleri tehdit eder bir boyuta ulaşamayacağını belirtti.

Sizce Türkiye’de acentelik bitecek mi, geleceği ne olacak?
Türkiye’de acentelik tabii ki bitmeyecek. Acenteler şu an hâlâ yüksek pazar payına sahip en büyük dağıtım kanalı ve Türkiye’de sigortacılığın gelişmesine, sigorta ürünlerinin yurdun dört bir tarafına ulaşmasını sağlayan bir kanal.
Banka sigortacılığının önümüzdeki yıllarda büyük bir atılım yapacağını açıkçası düşünmüyorum. Bankasürans bence azami potansiyeline geldi. İnternet sigortacılığının da eli kulağındadır, fakat bu kanalın önümüzdeki 10 yıl içinde acentelerin varlığını tehdit edecek kadar büyük bir paya ulaşmasını beklemiyorum.
Acentelik kolay kolay bitmez, varlığını sürdürür; fakat bu birtakım problemlerin olmadığı anlamına gelmez. Yalnız şunu söylemek yanlış olmaz: Bugün devlet, şirketler ve acenteler olmak üzere sektörün bütün tarafları bazen gündemi yanlış okuyarak suni gündemler yaratıyor. “Komisyonuma dokunmayın” türü söylemler, Hazine tarafından zaman zaman kulağımıza gelen ve doğru olduğuna da pek inanmadığım tarife rejimine dönülebileceğine dair gündemler yerine daha rasyonel, daha karşılıklı fayda yaratmaya dönük bir gündem yaratmak gerekiyor.

‘KARŞILIKLI GÜVENE İHTİYAÇ VAR’
Burada biraz daha karşılıklı güvene ihtiyaç var. Acenteler sigorta şirketlerine, sigorta şirketleri de belli konularda acentelere güvenmiyor.
Siz acentelerinizle böyle bir sorun yaşıyor musunuz?
Biz Sompo Japan olarak bir sorun yaşamıyoruz, çünkü biz çok açık, şeffaf ve net tavırlar alan istikrarlı bir şirketiz. Acentemizi şaşırtmıyoruz. Bizim fiyat ve satış stratejilerimiz çok oynak değildir, verdiğimiz sözler daima tutulmuştur.


2017 yılında sektörde taşlar yerine oturur

$
0
0

Generali Sigorta Genel Müdürü Mine Ayhan, trafik sigortaları kaynaklı son yapılan değişiklikler sonrası sektörün geleceğine yönelik pozitif duygular taşıdığının da altını çizerek, 2017 yılı sonuna doğru sektörde taşların yerine oturacağı öngörüsünde bulundu. Ayhan, şirket olarak 2013 yılı itibarıyla yoğun bir şekilde teknoloji ve altyapı yatırımı yaptıkları dijital dönüşüm ve marka bilinirliği çalışmalarını başarılı bir şekilde yürüttüklerinin altını çizerek, Generali Grubu’ndan aldıkları büyük destekle acentelerinin de merakla beklediği sağlık branşı ile hayat sigortacılığı alanlarında hizmet vermek üzere yatırım yapma kararı aldıklarını söyledi.

‘TRAFİK SİGORTALARINDA 3 TEMEL SORUN VAR’
Sektördeki gelişmeleri değerlendirir misiniz?
Sektörde herkesin yakından takip ettiği son gelişmeleri çok olumlu görüyorum. Ama tabii şu da yanlış anlaşılmasın, birdenbire bir mucize olmaz. Sektör ancak uzun vadede başarı yakalayabilir. 2017’nin sonunda trafikle ilgili çok daha net fikirlerimiz olmuş olacak. Tarifeleri daha iyi yapabiliyor olacağız. Bugün keşke size, ‘Artık tamam her şey ayarlandı, rezervlerimizi ve fiyatlarımızı biliyoruz. Fiyatlarımızı da ona göre hesaplayabiliyoruz’ desem süper olur ama diyemiyorum. 2017 sonunda artık şirketler size fiyatlamayı doğru yapabiliyoruz diyecekler. Şu anda ara noktadayız. Çünkü şu an şirketler çok güzel hesaplar yapıyorlar.
Vatandaşın bizden kaynaklanan, ‘Çok fiyat artırdılar, bir an önce kâr etmenin peşindeler’ gibi yanlış bir algısı oluştu. Fakat biz hâlâ tarifelerimizi iyi sürücüyle kötü sürücüyü birbirinden ayıracak şekilde yapamıyoruz.
Trafiğe tescilli 20 milyon araç var. Bunların yüzde 80’i yani 16 milyon araç trafik sigortası yaptırıyor. Bu 20 milyon aracın 10 milyonu hususi. 10 milyonunda yaklaşık yüzde 90’ı yani 9 milyonu sigortalı. Ülkemizde trafik sigortalarında hasar gelme oranı yaklaşık yüzde 7.5 – 8’lerde. Biz hangi 7 araç hasar yapacak onu bilmiyoruz.
Avrupa’da ise bugün araçları kim kullanıyorsa poliçe onun üzerine. O zaman artık zamanla, aracı kullanan hasar yaptığında artık onun kaydı oluşuyor ve takip edebiliyorlar. Bizde öyle değil. O aracı herkes kullanabilir. Bu sebeple tarifede bir sıkıntı oluşuyor. Bu problemlerden bir tanesi.
İkincisiyse kaza yapana kadar sürücünün, iyi sürücü mü kötü sürücü mü olduğunu anlayamıyoruz. Yabancı ülkelerde bu durum pek çok şekilde saptanabiliyor. Çünkü teklif aşamasında öyle çok sorular soruyorlar ki, o sorulardan bile o kişinin hasarlanma olasılığını tespit edebiliyorlar. Biz bunları soramıyoruz da çünkü sorsak cevap alamıyoruz. Bu açılardan da tarifelerimizde açıklar var.
Üçüncü olarak sürücüler aşırı hızlı mı kullanıyor, trafik kurallarına uyuyor mu bunları bilmiyoruz. Bilsek tarifeler ona göre doğru olacak.
Çünkü karşılığını tam bilirsen diğer her şeyi şirket hesaplayabilir. Yani personel giderimi hesaplayabilirim. Aracılarımla ilgili maliyetlerimi hesaplayabilirim. Hepsini koyarım üstüne, o şekilde fiyatla satarım. Fakat karşılığı hesaplayamıyorsam, bilemiyorum o zaman.

‘ÖNÜMÜZÜ DAHA İYİ GÖREBİLİYORUZ’
Bundan iki sene önce yaptığımız karşılık hesaplarının şu an eksik olduğu ortaya çıktı. Onun için 2015 yılında bütün herkesin bu kadar yüksek karşılığı oldu. Yargıtay kararından dolayı sonradan gelen hasarların bu yükünü o zamanlar tahmin edemedik. Şimdi bu eksik çıkınca fiyatlar düşük kaldı ve biz fiyat hesaplamayı bilmiyormuşuz gibi oldu. Biliyorduk fakat o zamanki şartlara göre elimizdeki rakamlara göre fiyat yapıyorduk. Biz elimizdeki bilgilere göre en doğru fiyatları hesaplıyorduk. Ama yanlış olduğu ortaya çıktı. Ardından fiyat artışları yaşanmaya başladı. Onun için de temkinli konuşuyorum. Şimdi rezervleri daha doğru hesaplayabiliyoruz. Kanunun çıkmasıyla birlikte biraz daha önümüzü görebiliyoruz. Ama bahsettiğim üç konuyla ilgili hâlâ önümüzü göremiyoruz. Bununla ilgili de Birlik şu an Emniyet Genel Müdürlüğü ile çalışıyor. Biz kişisel bilgilerin peşinde değiliz. İstatistik olarak mesela bir scoring bile verilebilse, bunu fiyatlamamıza yükleyebilsek daha iyi olur. Kişinin özeline girmemiş oluyoruz. Sadece fiyatlama için doğru bilgiye erişmiş olursak işte belki o zaman size tamamdır bu iş diyebileceğim. Yani artık trafik her halükarda doğru yapılacak. O zaman vatandaş rahat edecek. Adil ve son derece bilimsel yöntemlerle yapılacak. Oralarda değiliz ama yakınız. Onun için ben pozitif bakıyorum.

‘DİJİTAL KANALDAKİ ETKİNLİKLERİ ARTIRACAĞIZ’
Yılın ilk yarısındaki şirket performansınız nasıl?
İlk altı aydaki büyümemiz, sektörün büyümesinin üzerinde. Hedeflerimizi tutuyoruz. Oto ve oto dışında çok dengeli ilerliyoruz. Bu da bizim için çok önemli. Biz son birkaç senedir hep böyle yeniliklerle, özellikle dijital anlamda online mecralardaki kampanyalarımızla ve oradaki aktivitelerimizle çok görüldük. Onlar devam ediyor. Senenin ikinci yarısından itibaren buna hız vermek istiyoruz. Dijital kanaldaki etkinlikleri daha da artırmak istiyoruz. Bu açıdan memnun olduğumu söyleyebilirim. Hem orta vadeyi olumlu gördüğüm için hem de hedeflerimizi tutturduğumuz için pozitifim.

‘GLOBALDE BİLİNİRLİĞİNİ EN ÇOK ARTIRAN İKİNCİ ŞİRKETİZ’
Güçlü bir marka tanıtımı yaptınız. Marka bilinirliğinizi ölçtürdünüz mü?
Grubumuza kısa bir süre önce Pazarlamadan Sorumlu bir yetkili atandı. Yeni atandığı için grubun en az 20 – 30 ülkesinin marka bilinirliği ile ilgili dünya çapında bağımsız bir araştırma yaptırdı. Bizim Gruptan bağımsız olarak burada yaptırdığımız araştırma sonuçlarımızda ise Türkiye’deki sigorta şirketleri arasında marka bilinirliğinde ilk beşe girdik. Globaldeki araştırmada da Grup içinde marka bilinirliğini en çok artıran ikinci şirket seçildik.

‘HAYAT VE SAĞLIK SİGORTALARI GÜNDEMİMİZDE’
Acentelerinize büyük önem veriyorsunuz, peki acentelere yeni sürprizleriniz var mı?
Kampanyalarımızı yöneten arkadaşlarımız alışılagelmişin dışında parlak fikirler buluyorlar. Mesela acentelerin arasında bir yarış yaptırdılar, sonrasında acentelerimize ödül olarak İtalyan mutfağında aşçılık dersi aldırdık. Sevgililer Günü kampanyası yapıldı, acentemiz bu sayede eşiyle romantik bir yemek yeme fırsatı buldu. Yani zevkli ve kişisel gelişimi artırıcı kampanyalar yapıyoruz.
Onun dışında yeni ürün arayışlarımız var. İki yeni sağlık ürünü üstünde çalışıyoruz. Hatta arkasından hayat gelebilir. Sağlık branşında lisansımız var fakat hayat tarafında lisans başvurusu yapacağız. Bu konuda özverili bir çalışma yapıyoruz. Şunu da belirtmek isterim ki Generali Grup sağlık ve hayatta dünya lideri. Generali Türkiye olarak bu konuda da başarılı olacağımıza inanıyoruz.
Sektöre güven daha iyi bir noktaya geldi ve daha da iyi bir noktaya gidecek diyebilir miyiz?
Burada Birliğe ve sektörün büyük oyuncuları olan bizlerin vatandaşlara sigortanın neden yapılması gerektiğini iyi anlatmamız lazım. Bizim aman para kazanalım, fiyatları artıralım diye bir niyetimizin olmadığını anlatmalıyız. Biz çok teknik konuşuyoruz, örnekler vererek daha detaylı anlatmamız lazım. Halbuki bir hikayeyle anlatabilsek vatandaş tarafından daha iyi anlaşılacak.

‘EN BÜYÜK KANALIMIZ ACENTE’
Peki marka bilinirliğiniz acentelere güç verdi mi?
Markanın bilinirliği acenteye yeni müşteriler sağlıyor. Asıl güç budur. Mevcut acentelerimizin daha verimli çalışmasından yanayız. Şu andaki acente sayımızdan memnunuz. Biz karşılıklı birbirimize fayda sağlayabileceğimiz uzun soluklu acentelerle çalışmaktan mutluluk duyuyoruz.  En büyük kanalımız acente kanalı. Üretimimizin yaklaşık %10’u banka, %15-20’si broker, %70-75’i acente ağırlıklı.

‘2017 YILINDA DAHA DA BÜYÜMEYİ HEDEFLİYORUZ’
Artık 2017 yılını da planlıyorsunuzdur, peki 2017’de farklı sürprizler olacak mı?
Bizim 2017’deki en önemli hedefimiz büyüme. Altyapılar kuvvetlendikçe satış ve pazar payımızı yükseltmeye olan arzumuz da artıyor. Çünkü kendimize daha çok güveniyoruz.
Gerçekten satış yapmak çok zor değil en önemlisi karşılıklarından ve fiyatlarından emin olmak.
Ne zaman ki sigorta şirketleri karşılığından ve fiyatlarından emin olacak, o zaman haydi pazarı büyütelim diyeceğiz.

‘DÜNYA BİZE DEĞİL BİZ DÜNYAYA ÖRNEK OLUYORUZ’
Global CEO’nun değişikliği Türkiye’ye bakışı değiştirdi mi?
Bizim bir önceki CEO’muz transfer olmadan önce zaten 3 sene bizimle kaldı. 2018 hatta 2020 yılına kadar grubun bütün stratejisi çalışılmıştı. Yeni CEO’muz ve yeni Grup Genel Müdürümüz ikiside onun ekibinden. Dolayısıyla bu yeni stratejiye çok inanmış ve yakın bir şekilde çalışarak birlikte oluşturmuşlardı. Bu yüzden biz hiçbir değişiklik hissetmedik. Bambaşka biri gelse böyle bir şey olabilirdi. Çünkü yeni gelen kişi yeni bir tarzla gelecekti ama yeni grup CEO’muz zaten bir önceki grup CEO’muz tarafından atanmıştı. İtalya’nın CEO’suydu. Üç senedir büyük başarı göstermişti.
Türkiye’ye bakışları çok olumlu. En çok sevindiğim durum ise Türkiye Generali olarak Generali Grup’un faaliyet gösterdiği pek çok ülkedeki Grup şirketlerine best practice olarak iş öğretiyoruz. Bu bizim için gurur verici bir olay. Mesela bizim 11-12 Temmuz’da Venedik’te benim de katılacağım büyük bir toplantımız olacak. Bütün dünyadaki Generali’nin CEO’ları katılacak.
Uzakdoğu’dan Generali Tayland’ın CEO’su benimle irtibata geçti. Türkiye’ye uğrayıp sizin operasyonunuzu, iş şekillerinizi görmek istiyorum dedi. Sadece Uzakdoğu’dan değil Belçika ve Hollanda’dan operasyonumuzu öğrenmek için ekipler geliyor.
Öte yandan Grubumuzun çok önem vererek tüm Grup şirketlerinde müşteri memnuniyetine yönelik olarak başlattığı NPS (Mutlu Müşteri Programı) programının en iyi uygulayıcılarından biri olarak seçildik. Yine Generali Türkiye’nin NPS ile ilgili olarak bu proje kapsamında gerçekleştirdiği uygulamaları Generali Almanya’da ve Generali İsviçre’de örnek alındı. Yaratıcılık öyle hoşlarına gitti ki pek çok konuda örnek olduk. İtalya ve Almanya web ve telefon üzerinden direkt satışa 20-30 sene önce başladılar. Biz daha yeni yapıyoruz, fakat en yeni teknolojiyle yapıyoruz. Bizim teknolojimiz çok daha yeni ve hızlı. Bu yüzden bir anda çok ilgi çekti. Genelde hep biz onlardan öğreniriz ama şimdi onlar gelip bizden öğreniyor, projelerimizi inceliyorlar. Bu durum Türkiye Generali olarak bize gurur veriyor.

‘SÜREKLİ KENDİ TARZIMIZI YARATIYORUZ’
Fiyat artışından sonra hasar oranlarında azalma oldu mu?
Onu henüz anlamayız. Trafik sigortasında bugün bir adım atılınca yarın hemen yansımıyor. Bir senenin dönmesi lazım. Fiyat artışlarının insanları daha dikkatli kullanmaya sevk edeceğine eminim. Bu bile önemli bir sosyal sorumluluk. Biz sigortacıların bilerek bilmeyerek yaptığı çok büyük bir sosyal sorumluluk da var. Biz bu tedbirleri aldığımız zaman aslında vatandaş bu durum fiyatıma yansır deyip dikkat ediyor. Bu durum Avrupa ülkelerinde de böyle. Bakın Avrupa’da ve ABD’de insanlar iki sebepten dolayı çok iyi araba kullanıyor. Bir trafik sigortası fiyatı artmasın diye, iki ceza yerim düşüncesiyle. Çünkü orada cezalar çok yüksek. Biz oralarda hiç kaza olmuyor diye özeniyoruz. Fakat oralarda kazayı engelleyen hususlar aslında bunlar. Biz Avrupa’da kaza frekansında ilk sırada geliyoruz. Fiyatlarımızsa sondan ikinci veya üçüncü. Frekansta ise ilk sıradayız, yani 100 arabanın 8’i hasarlı. Tabii ki frekans düşmesinde yolların daha iyi olması da önemli rol oynuyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne de bu anlamda büyük iş düşüyor. Örneğin çift yönlü yollar olduktan sonra aslında kaza adetlerinde düşme ve ölümlü kazalarda da azalma oldu.

Yakup Sayar – Merve Kuvvet
yakup@sigortacigazetesi.com.tr
merve@sigortacigazetesi.com.tr

Trafık sigortasında vatandaşa prim iadesi

$
0
0

Yaklaşık 1 milyon aracın sahibini ilgilendiren önemli bir gelişme yaşandı. 2014’ün haziran ayından 2015’in eylül ayına kadar geçen 15 aylık sürede araçların hasar kaydı tutulmadığından, hasarlı olan olmayan tüm araçlardan kesinti yapılınca Hazine, yanlış uygulama doğrultusunda trafik sigortasında fazladan alınan tutarların iadesi kararı aldı. Yaklaşık 1 milyon araç sahibine ortalama 100 lira olması planlanan iadeler bu ay itibarıyla başladı.
Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi’nden (SBM) öğrenilebilecek olan ve yaklaşık 1 milyon araç sahibini ilgilendiren trafik sigortası iadesi ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Türkiye Sigorta Birliği  (TSB) Genel Sekreteri Mehmet Akif Eroğlu, söz konusu uygulamanın tüm trafik sigortası poliçe sahiplerini değil 18 Haziran 2014 tarihinden itibaren hasar geçmişinin tespit edilememesi nedeniyle doğru basamaktan poliçe düzenlenemeyen poliçe sahiplerini ilgilendirdiğinin altını çizdi.
TSB Genel Sekreteri Mehmet Akif Eroğlu’nun Sigortacı Gazetesi’nin sorularına verdiği cevaplar şu şekilde:

İadelerin gerekçesi nedir?
Sigorta şirketleri zorunlu trafik sigortasında sigortalı tarafından ibraz edilen belgelere ve Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi’nden alacağı hasar durum belgesine bağlı olarak sigorta sözleşmesine uygulanacak indirim ve artırım oranlarını belirlemektedir.
Gerek sigortalılarca geçmiş sigortalılık dönemine ilişkin belgelerin ibraz edilememesi gerekse Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezince tek başına T.C. Kimlik No ile bu T.C. Kimlik No’ya sahip işletenlere ait geçmiş dönemde düzenlenmiş poliçeleri sorgulayan servisin olmaması nedeniyle satış veya sair sebeplerle iptal edilmiş poliçenin varlığının sigorta şirketince tespit edilemediği poliçelerle karşılaşılmıştır. Bu kapsamda Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi’nde tüm şirketlerin geçmiş dönemde düzenlenmiş poliçeleri sorgulamalarını sağlayan bilgi işlem alt yapısı kurulmuştur.
Söz konusu uygulama tüm trafik sigortası poliçe sahiplerini değil 18 Haziran 2014 tarihinden itibaren hasar geçmişinin tespit edilememesi nedeniyle doğru basamaktan poliçe düzenlenemeyen poliçe sahiplerini ilgilendirmektedir. Bu kapsamdaki hak sahipleri ağustos ayı başından itibaren Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi’nin www.sbm.org.tr web adresinden sorgulanabilecektir.

Süreç nasıl işleyecek?
Kişi başına iade edilecek tutar poliçe primi ve bulunulan basamağa göre farklılık arz etmektedir. Sigorta şirketleri ilgili dönem tarifelerine göre iade rakamlarını belirleyerek 15 Ağustos 2016 tarihi itibarıyla sigorta ettirenin IBAN bilgisi aracılığıyla hesabına ya da sigorta ettirene ait olduğunun ispat edilmesi kaydıyla kredi kartına yapacaktır.

İadeler vatandaşın gözünde bir güven sorunu yaşatır mı?
Yukarıda da belirtildiği üzere sigorta şirketlerinin doğru basamaktan poliçe düzenlemeleri işletenin araca ilişkin bilgileri şirkete bildirmesine ya da bu bildirim olmadığı durumlarda şirketlerin Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi üzerinden işletenin tüm poliçelerine erişebilmeleri ile mümkündür.
Diğer taraftan hasar geçmişinin tespit edilememesi sadece prim indirimini değil, kazaya karışan işletenlerden ek prim alınmasını da engellemiştir. Sigorta şirketleri hasar geçmişi nedeniyle ek prim uygulaması gereken işletenlerden primleri tahsil etmemekte, hasarsızlık indirimine sahip işletenlere prim iadesi yaparak sorumluluğunu yerine getirmektedir. Değerlendirme yapılırken bu durumun dikkate alınması önem arz etmektedir.

GEREKLİ AKSİYONLAR ALINDI
TSB nasıl bir görev üstlenecek?
Türkiye Sigorta Birliği bu süreçte Hazine Müsteşarlığı, sigorta şirketleri ve Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi arasında koordinasyonu sağlayarak sürecin sağlıklı bir şekilde sonuçlanması için gerekli aksiyonları almıştır. Diğer taraftan bankalarla görüşülerek iade sürecinin herhangi bir aksamaya yol açmayacak şekilde kurgulanması için detaylı analizler yapılmıştır.
Zorunlu trafik sigortası düzenleyen
tüm şirketlerce poliçe bazında iade tutarlar hesaplanarak ilgililere ödenecektir.

İadeleri alınmayan tutarlar ne olacak?
Zaman aşımı süresi içerisinde hak sahiplerine ulaşılamaması nedeniyle prim iadesinin gerçekleştirilememesi durumunda Hak Sahiplerince Aranmayan Paralar Hakkındaki Yönetmelik hükümleri çerçevesinde iadesi gerçekleştirilemeyen primler Güvence Hesabı’na devredilecektir.

SBM’de hedef 2017 sonunda kâr payı dağıtmak

$
0
0

Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi (SBM) Müdürü Aydın Satıcı, dünya genelinde benzerlerinin olmadığını söyledi. SBM’nin sektörün beyni olduğunun altını çizen Aydın Satıcı, son üç yılda  geliştirdikleri yeni uygulamalarla birlikte gelirlerinin hızla arttığını belirterek, “2017 sonu itibarıyla sektörden katılım payı almamayı planlıyoruz. Son üç yıldır gelirimiz arttığından bu üç yılda şirketlerden aldığımız katılım payları sabit kaldı. 2017 sonunda gelirimizin bütçe üstüne çıkmasını ve katılım payı almak yerine, mevzuat değişikliği ile kâr payı dağıtımı yapmayı planlıyoruz” şeklinde konuştu.
Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi (SBM) Müdürü Aydın Satıcı, Sigortacı Gazetesi’nin kurumun projeleri ve hedeflerine yönelik sorularını cevapladı.

SBM şirketlerin verdiği katılım payları ile bütçelenen bir kurum. Ne zaman kendi gelirinizle bütçenizi döndürmeyi planlıyorsunuz?
Hedef 2017 sonu. Biz bu tarihten sonra sektörden katılım payı almamayı planlıyoruz. Yıllık bütçe yapıyoruz. Bu bütçeyi şirketlerin pazar payına göre katılım payı olarak alıyoruz. Gelirlerimiz henüz bütçemizi karşılamıyor. Fakat son üç yıldır gelirimiz arttığından bu üç yılda şirketlerden aldığımız katılım payları sabit kaldı. 2017 yılı sonunda gelirimiz bütçenin üstüne çıkacak ve biz katılım payı almak yerine mevzuat değişikliği ile kâr payı dağıtımı yapmayı planlıyoruz. Öte yandan unutmamak gerekir ki şirketlerden aldığımız katılım payı nedeniyle şirketlere verdiğimiz tüm hizmetler ücretsiz.

’85 BİN ÇALIŞANI OLAN BİR ŞİRKET GİBİYİZ’
Şimdilik 125 kişinin çalıştığı orta boyutta bir şirket gibiyiz. 85 bin kayıtlı kullanıcımız var. Bunların hepsinin şifresi var. 85 bin çalışanı olan bir şirket gibiyiz. İkincisi tüm sektörün bütün datasını gerçek zamanlı topluyoruz. Böyle bir sektör veya şirket yok.  Biz gerçek poliçe, gerçek hasar bilgisini, eksper bilgisini, kaza bilgisini alıyoruz ve çok ciddi bir operasyon bilgisi alıyoruz. Yılda 14 milyar işlem geçiyor üzerimizden. Bu Türkiye’de birçok şirkette olmayan bir işlem adedi. Öte yandan rakam olarak paylaşmak gerekirse, 2015 yılında müşteri sayımız %114’lük artışla 3 milyon 440 bine çıktı. Bunların 193 bininin kurumsal, 3 milyon 240 bininin ise bireysel müşteri. Şirketin aktif büyüklüğü ise bu yılın ilk 3 ayın sonunda geçen yılın aynı dönemine göre %39 artışla 17.5 milyon liraya ulaştı. Şirketimiz her yıl sürekli büyüyen bir performans göstererek 2016 ilk çeyreğinde 4 yıl önce aynı döneme göre satış gelirlerini %611 gibi bir oranda artırdı. Yılda 15 milyona yakın SMS sorgumuz var. Üyelik olsun diyerek bu amaçla yeni bir marka çıkardık. Web’de SİGORTAM360 adında. Her gün buraya yeni 200 üye geliyor. Şu anda üye sayısında 20 bini geçtik. Bu da gelirlerimizde ciddi bir ivme yarattı.

Yeni ürün çalışmalarınız ne yönde ilerliyor?
2016 yılında yeni ürünler geliştirmeye devam edeceğiz. Araçların sigortasız kaldığı dönemi gösteren KASKOSUZ servisini çok yakında hayata geçiriyoruz.  Mobil Kaza Tutanağı uygulamamız çok iyi bir ürün oldu.  Sektördeki diğer eksiklere de sürekli bakıyoruz. İhtiyaçlar neler, neler yapılabilir diye. Mesela Doğrudan Tazmin Sistemi’ne yönelik bir uygulama üzerine çalışıyoruz. Son noktaya geldik, bütün çalışmaları tamamladık. Şu anda simülasyon ekranlarımız çalışıyor. Öte yandan yangın branşında lokasyon bazlı bir çalışmamız var. Bunu da servis olarak şirketlere sunacağız.

‘DÜNYADA BİR NUMARAYIZ VE 10 GÖMLEK ÜSTTEYİZ’
Dünya örnekleri ile karşılaştırdığımızda SBM’yi nerede konumlandırırsınız?
Dünyada bir numarayız. Benzerimiz yok. Model olarak işleyiş olarak verilen yetkiler olarak dünyada böyle bir uygulama yok. Sigortacılığın merkezi olan İngiltere’de birçok sektörle ilgili kurumu gezdik, şu anda bizim onların çok ilerisinde olduğumuzu söyleyebilirim. Bizim tüm datalarımızın gerçek zamanlı olması bizi onların 10 gömlek üstüne taşıyor.

‘TELEMATİK’İ YIL SONUNA KADAR TAMAMLARIZ’
Telematik konusundaki çalışmalarınız nasıl ilerliyor?
İhaleyi yaptık. 3-4 aylık bir kurulum süreci var. Yıl sonuna kadar işlemleri tamamlarız diye düşünüyoruz. Bu cihazın kullanımı arttıkça vatandaş kendi skorunu görecek ve dikkat etmeye başlayacak. Diğer taraftan sektörde yeni ürünler çıkacak. Kullandığın kadar öde modeli çıkacak.

‘DOĞRU STRATEJİLER VE YÖNETİM KOMİTEMİZİN DESTEĞİYLE GELİŞİYORUZ’
SBM’nin inovatif yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğru strateji ve özellikle de yönetim komitemizin desteğiyle, başta Yönetim Komitesi Başkanı olarak Uğur Gülen’in teknolojiye yatkınlığı bizim önümüzü açtı. O geldikten sonra önemli bir atak yaptık. Özellikle mobil kanaldaki uygulamalarımız, yeni markamız Sigortam360’a olan destek, yeni ürün ve servislerin geliştirilmesi, yeni binamıza taşınmamız konusundaki destekler hep bizim gelişimimizdeki önemli noktalar.  Yönetimle aynı dili konuşup aynı hedefe odaklandığınızda başarılı işler oluyor. Bunları yapmak için de çok ciddi bir bütçe ve maliyetde gerektirmiyor. Bu nedenle de bizim rakamlarımız çok optimum.

48 MİLYON TL PRİM İADESİ OLACAK
Vatandaşların yakından takip ettiği bir konu olan trafik sigortasındaki prim iadelerinden bahseder misiniz?
Ekim 2015’te başladığımız sistem öncesinde şirketler 1.5 yıllık dönemde hasarsızlık indirimlerini bizden sorgulayabiliyordu. O zaman bu ekran zorunlu değildi. Şimdi otomatik olan yapıda, o zaman girip hasarsızlık indirimine acentenin bakıp ona göre indirim yapması gerekiyordu. Bu olmadığı için 1.5 yıllık datayı analiz ettik, yaklaşık  550 bin kişi, 700 bin poliçe ve toplamda 48 milyon liralık prim iadesi olacak. Şu anda 12 Ağustos tarihi itibarıyla bütün vatandaşlar SBM’nin web sitesine girerek anında tüm araçlarını sorgulayıp hangi şirketten iade alacağını görecek. TSB ve yedi banka ile 700 bin poliçe için çalışma yapıldı. Bu yedi bankadan 550 bin kişinin hesaplarını bulduk, şirketlerle bunu paylaşıyoruz ve şirketler de bu hesaplara iadeleri yatıracak.

Çünkü sinema başka bir şey…

$
0
0

2012 Şubat ayı gezetemizde yer verdiğimiz Tarık Akan ile söyleşimizi sizlerle tekrar paylaşıyoruz.

Tarık Akan, her şeyi para olarak görmediği için dizilerde çalışmaktan pek hoşlanmadığını söylüyor. “Ama film olursa çalışırım; 24 saat durmadan çalışırım, 2-3 gece uyumadan çalışırım, çünkü sinema başka bir şey” diyor ve ekliyor: “Artık fırtına sonrası sessizliği yaşıyorum.”

Tarık Akan, anne ve babasının koyduğu adıyla Tarık Tahsin Üregül, bir abla ve bir ağabeyden sonra üçüncü çocuk olarak 1949 yılında İstanbul’da doğdu. Babasının albay olması sebebiyle Anadolu’da büyüdü. Ses Dergisi’nin düzenlediği artist yarışmasına ‘üçüncü bile gelsem beş bin lira alırım’ umudu ile katılıp birinci seçildi. Ve ilk filmini 1971 yılında çekerek Türk sinemasına hızlı bir giriş yaptı. Sonrasında kısa sürede Türk sinemasının en büyük oyuncularından oldu.
Aktör olmasının dışında Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği  ve  Gazetecilik  Enstitüsü’nde okudu ve bu bölümlerden mezun oldu. 2002 yılında “Anne kafamda bit var” isimli 1980’ler döneminden hayatının bir kesitini anlatan bir kitap çıkardı. 1991 yılında daha önceleri kendisinin de okuduğu Taş İlkokulu’nu satın alarak Özel Taş Koleji’ni kurdu ve bu alanda da başarılı oldu. Ali Nesin’den Nesin Vakfı’nın başkanlığını devralıp bir süre bu görevi de üstlendi.
Özellikle 70’li yıllarda Yeşilçam filmlerinde oynadığı “Ferit” karakteri ile bilinen Tarık Akan, sinema oyunculuğunun yanında siyasi görüşüyle de tanınıyor.

Sizi Tarık Akan olarak filmlerden tanıyoruz. Peki, Tarık Akan olmadan önce kimdiniz ve neler yapıyordunuz?
Babam albaydı. O emekli olduktan sonra evin geçimine katkıda bulunmak için düğün salonlarında müdürlük yaptım bir süre. Sonra bilet karaborsacılığı, işportacılık, sandalcılık ve Ataköy Plajı’nda cankurtaranlık yaptım. En çok da Bakırköy sokaklarında serserilik yaptım. Daha sonrasında Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği gece öğretimini kazanınca okumaya başladım, gündüzleriyse çalışmaya devam ettim. Sonrasında mühendisliği bırakıp gazetecilik bölümüne geçtim, gazetecilik okurken bir yarışmaya katıldım ve bir baktım artist olmuşum. Serserilik de, karaborsacılık da bitti. Oyuncu olduktan sonrasını zaten biliyorsunuz…

Hiç yurtdışında filmde oynama imkânı buldunuz mu? Ya da böyle bir isteğiniz oldu mu o dönemlerde?
Evet oldu. Yurtdışında iki tane film yaptım ama bir işe yaramadı. Hatta bu filmler için çöllerde falanda çalıştım ama iyi filmler olmadı. Bazı filmler olmaz zaten, sinemacılık böyle bir şeydir. Ama yurtdışından aldığım bir ödülüm var, çektiğimiz ‘Yol’ filmiyle 1982 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü almıştım.

Peki, gelecekte film projeniz var mı?
Ufukta proje var ama ismini açıklayamam.

GÜNDE 18 SAAT ÇALIŞACAK HALİM YOK ARTIK
Dizi oyunculuğunun popüler olduğu bir dönemdeyiz ama sizi bu dizilerde göremiyoruz. Bunun sebebi nedir?
Dizi çekmek çok zor bir şey, dizinin bir bölümü için günde 16 – 18 saat çalışıyorsun. Benim günde 18 saat çalışacak halim yok artık. Bir de dizinin bir sonraki bölümünü yetiştirebilmek için çekimler her gün oluyor, oyuncu için de gerçekten çok yorucu oluyor bu durum. Geceniz, gündüzünüz yok. Gecenin saat ikisinde sizi sete çağırabiliyorlar. Belki de ben o saatte uyuyorum ama gecenin o saatinde seni arayıp çağırabiliyorlar. Böyle bir şey hiçbir meslekte yok, olmamalı da. Ne zaman ki Türkiye’de emekçi hakları adam gibi bir sisteme oturur, ki ben bunun olacağına hiç inanmıyorum, o zaman dizi çekimleri insani bir şekil alır. Bir ülkede işe ne kadar emek, o kadar sömürü mantığıyla bakılmamalıdır. Bunun önüne de geçmek için emekçi ve işçi sınıfı bilinçlenerek hareket etmedikten sonra, bu sömürü olduğu gibi devam edecektir. Ben her şey para değildir mantığıyla baktığım için dizilerde çalışmak pek hoşuma gitmiyor. Ama film olursa çalışırım; 24 saat, 2 gün 3 gece hiç uyumadan çalışabilirim. Film başka bir şey. Ama dizi öyle değil; sürekli bir koşuşturmaca, bir yetiştirme çabası; bunlar yorucu şeyler.

‘OĞLUM BAŞARILI OLAMAZSA DİYE KORKUYORUM’
Oğlunuz da sizin gibi mühendislik okuyup oyunculuğu tercih etmiş. Siz de oğlunuzun bu kararına başta itiraz etmişsiniz, bunun sebebi nedir?
Neden? Çünkü Türkiye’de oyunculuk gerçekten çok zor bir şey. Yani öyle böyle değil, bunu anlatmakla da olmaz. Bu mesleğin renkli tarafları çok çekicidir, hele ki günümüzde gençlere bu renkli hayat çok daha cazip geliyor. Ama yine de ben oğluma bu konuda çok fazla karışmadım. Sadece bu mesleğin zorluklarını, yaşayacaklarını, kısacası kendi tecrübelerimi aktardım. Bu meslekte kendim çektiğim acıları, ıstıraplarımı anlattım, seçimini o yaptı. Barış oyunculuk denizine girdi, inşallah okyanusları aşar, benim yapamadığımı yapar. Hem oyunculuğunu hem de kendi mesleği mühendisliği birlikte yürütmesini istiyorum. Baba olarak başaramazsa diye korkuyorum, onun üzüntüsü benim üzüntüm olur.
100’den fazla filmde oynamış, çok tanınan ve sevilen birisiniz ama buna rağmen her dönemde magazinden uzak durmayı tercih ettiniz. Bunu yapmak zor olmadı mı ya da neden böyle bir şeyi tercih ettiniz?
Magazin basını beni çok sever, ben de onları… Onları hiç kırmam. Ne derlerse yaparım, çünkü onların görevidir bu. Onların görevi seni bir yerde sıkıştırıp, yakalayıp haber çıkartmak. Sen de yakalanmışsan haberi vereceksin. Kavga çıkartmak, terbiyesizlik yapmak bir sanatçıya yakışmaz. Bazen okuyorum gazetelerde bunları yapan sanatçıları, çok ayıp. Yaptığımız mesleğe yakışmaz, ben bunları yapmamalarını tavsiye ederim sanatçılara. Zaten bence magazinde çıkmak istersen çıkarsın. Magazincilerin yerleri belli, bekledikleri yerler belli, oralara gidersen magazinde çıkarsın. Sanatçı için bu da bir iştir, magazini kullanmak sanatçı için bir menfaattir. Fakat ben magazinle değil, yaptığım işlerle anılmayı tercih ettim, hâlâ da öyleyim. Buna ne kadar ekmek, o kadar köfte derler bizim oralarda.

‘ÇAPKINDIM AMA AŞKLA ÇOK GEÇ TANIŞTIM’
70’li yıllarda Yeşilçam’da Hulusi Kentmen’in oğlu Ferit’i canlandırıyordunuz. Ve babanız sürekli sizi çapkınlık yaparken yakalayıp ‘Ferit!’ diye bağırıyordu. O zamanlar gerçekte de çapkın biri miydiniz?
Evet, gerçekten çapkın biri olduğumu söyleyebilirim. Bakırköy- Ataköy plajında cankurtaranlık yapıyordum bir zamanlar. Sabahtan akşama kadar denizin içindesin; öyle bir ortamda çapkınlık yapmadan olur mu? Ama şu bir gerçek, ben bir şey yapmıyordum, kızlar beni beğeniyordu, numaradan boğulanlar bile oluyordu. Benim çapkınlıklarım çoktu ama gerçek anlamda aşkla çok geç tanıştım. Şimdi artık hareketli bir hayatın, doludizgin yaşanan bir gençliğin, bin bir sırla dolu aktörlüğün dinginliğini, fırtına sonrası sakinliğini yaşamaktayım…
Kadınların en sevdiği erkek sanatçılardansınız. Kadınlar günü de yaklaşırken sizin kadınlar hakkında ne düşündüğünüzü öğrenebilir miyiz?
Kadınlar için ne denebilir ki… Dünyanın en güzel çiçekleri onlar. Her bakımdan kokusuyla, görüntüsüyle, her şeyiyle nadide birer çiçektir kadınlar. Kadınlar dünyayı yaşanabilir kılan varlıklar, onlar için söyleyeceğim her şey eksik kalır.

‘OKUL BENİM OKSİJEN ÇADIRIM’
Sanatçılıktan, eğitimciliğe geçmeye nasıl karar verdiniz?
Onu anlatması çok zor ve karmaşık olur. Eğitimci olmaya nasıl karar verdim… Şu andaki Taş Okul Bakırköy’ün ilk ve tek ortaokuluydu, ben de oradan mezunum. Merkez ortaokuluydu orası benim zamanımda, 1975 yılında kapatıldı. O güzelim binayı depo olarak kullanmaya başladılar. 90’larda ben de burayı kültür sanat merkezi yaparım dedim, bütün sanat dalları içinde olsun istedim ve orayı kiraladım. Ancak arkadaşlarım, “orası tarihi eser, içiyle dışıyla oynayamayız” dediler. Bende bir “eyvah, 6 aydır kira veriyorum” durumu oldu. Çok samimi bir arkadaşım da burası önceden de okuldu, yapısını hiç bozmadan burayı okul yapalım dedi. Ben ne anlarım okul işletmekten ve okul işlerinden! Bana bu işlerden anlayan, ortak olabilecek bir arkadaş buldular, biz de onunla yüzde 50 yüzde 50 ortak olarak girdik bu işin içine. Sonra ben o arkadaşımdan öğrendim eğitimciliği, 5 yıl sonra o bütün hisselerini bana sattı, o gitti okul da tamamen bana kaldı. Oyunculuktan sonra okul benim için çok önemli oldu, orası benim oksijen çadırım, orada nefes aldığımı hissediyorum.
Bir de günümüzde Türkiye’nin önemli sorunlarından biri eğitim. Ben bu soruna küçük de olsa çözüm olmaya çalışıyorum. 1924’te Tevhid-i Tedrisat kanunu çıktı ama sonrasında eğitim sistemimiz inanılmaz bir şekilde bozuldu ve hâlâ eğitim düzgün bir sisteme oturtulamadı. Bir ülkede eğitim ciddi şekilde ele alınmadığı zaman ülke yozlaşır ve dağılmaya başlar. Benim okulumda eğitim konusunu çok ciddiye alıyoruz. Bizden mezun olan çocuklar başarılılar ama başarılı olmaktan önce onları biz iyi birer insan olarak yetiştiriyoruz.
Türkiye’nin son 40 – 50 yıllık dönemine şahit oldunuz. Sizce Türkiye yaşamsal, kültürel ve sanat anlamında nasıl bir gelişim içerisinde?
Kültür, toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır. Bizim, sanatçıların bütün amacı bu ülkede yaşayan 75 milyon insanın kültürünü, zevklerini bir ölçüde yukarı çıkartmak, onları biraz olsun aydınlatmaktı. Fakat artık Türkiye bu konuda hiçbir gelişme göstermiyor, hatta hiçbir gelişme göstermediği gibi var olduğundan da geriye doğru gidiyor. Ne tiyatro ne sinema ne kültür merkezleri… Anadolu’da, büyük şehirlerde hiçbir şey yapılmıyor bu ülkede. Kültürün k’sı bile konuşulmuyor. Çünkü iktidarın hoşuna gitmiyor. Kültür insanı bilinçlendirir, bilinçlenen insan da bu iktidardan uzaklaşır. Onun için de ülkemizde kültür adına, insanları bilinçlendirmek adına hiçbir şey yapılmıyor.

Eğitimi doğru bir şekilde ele almazsanız ülke yozlaşır. Biz Taş Mektep’te  öğrencilerimizi her şeyden önce iyi bireyler olarak yetiştiriyoruz.

TARIK AKAN TÜRKİYE / ALMANYA FİLM FESTİVALİ ONUR ÖDÜLÜ’NÜ ALIYOR
Türkiye/Almanya Film Festivali, sinemaseverleri 1 – 11 Mart tarihleri arasında 17’nci kez Nürnberg’e davet ediyor. Festivalin bu yılki Onur Ödülü, Türkiye’de sinema sanatının gelişimine ve uluslararası alanda tanınmasına yaptığı kalıcı katkılarından ötürü Tarık Akan’a veriliyor. Türkiye sinemasına damga vuran birçok filmde rol alan sanatçının, bu başyapıtların uluslararası alanda tanınmasında büyük payı var. Akan, özellikle 1982’de Cannes’da Altın Palmiye Ödülü’nü kazanan “Yol” filmindeki rolüyle Almanya’da da sinema severler tarafından tanınıyor.

ANADOLU ÇOCUĞUYUM BEN, YÜZMEYİ BİLE NEHİRDE ÖĞRENDİM
Denizi ilk kez 16 yaşındayken görmüşsünüz ve bir gün sabahtan akşama kadar denize bakmışsınız. Denizi geç yaşta tanımanın etkisiyle denize karşı özel bir ilginiz oldu mu?
Denizi bilmiyordum ki o yaşlarda! Anadolu’da büyüdüm ben, yüzmeyi de nehirde öğrendim, Kayseri Sarımsaklı Nehri’nde. Babamın tayini çıkınca İzmit’e geldik. O kadar büyük bir su birikintisini hayatımda ilk defa gördüğüm için, sabahtan akşama kadar Körfez denizinden gözlerimi alamadım. Bu kadar büyük bir su birikintisinin nasıl olduğunu aklım almadı. Oranın körfez olduğunu ve daha büyük denizler, okyanuslar olduğunu daha geç öğrendim. Fakat yine de denize karşı özel bir tutkum olmadı.

ÖDÜLLERİ
1973’te ‘Suçlu’,
1978’de ‘Maden’,
1984’te’Pehlivan’,
1989’da ‘Üçüncü Göz’,
1990’da ‘Karartma Geceleri’
Filmlerindeki rolleriyle ‘En İyi Erkek Oyuncu’ seçilip ‘Altın Portakal’ alır.’Karartma Geceleri’ filmindeki rolü ayrıca bir de ‘Altın Koza’ kazandırır ona.

‘Eksperler gider kalemi olarak görülmemeli’

$
0
0

Sigortacı Gazetesi söyleşimizde bu ay sigorta eksperlerinin Türkiye sigorta sektöründeki pozisyonları ve sorunlarını tartıştık. Söyleşiye katılan SEİK Başkanı Yalçın Kaya, SEİK Başkan Yardımcısı Çetinay Karaol, SED Başkanı Ahmet Nedim Erdem ve SEİK Kurul Üyesi Tayfun Ermetin sigorta eksperlerinin geleceğiyle ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu. Sigorta şirketlerinin eksperlere ödeme yapmaktan kaçınarak tasarruf etme çabasına girdiklerini söyleyen eksperler, bu yaklaşımın yanlış olduğunu, doğru hasarın çabuk ve doğru miktarda ödenmesinin yolunun eksperlerle çalışmaktan geçtiğinin altını çizdiler.
Son yıllarda acenteler, eksperler, müşteriler, kısacası sektörle ilgisi bulunan hiç kimse memnun değil. Sizce bunun sebebi nedir?
Yalçın Kaya: Ekonomik konjonktürde hizmet sektöründe çalışan herkesin sorunları aynı. Gün geçtikçe gelirler azalıyor ve sınırsız bir rekabet var. Özellikle sigorta şirketlerinin pazarda var olma savaşı onları kârsız bir hayata doğru götürüyor. Bu kârsız hayatta sigorta şirketleri de hizmet aldıkları kişilere “Nasıl daha az öderim?” diye çabalıyor. Herhalde bunun en fazla yansıması sigorta acentelerine ve sigorta eksperlerine oluyor. Dolayısıyla ölçülebilen en kolay gider olan aracı komisyonları ve eksper ücretlerinden nasıl kaçınılabileceği konusu sigorta şirketlerini sürekli düşündüren bir konu haline geliyor.
Sadece kendi mesleğim için konuşursam, sigorta eksperlerine ödenen ücretler aslında sigorta şirketlerinin hem garantisidir hem de yaptığı ödemelerin de sağlamasıdır. Bütün sigorta şirketleri doğru hasarı çabuk ve doğru miktarlarda ödemek ister. Bunun da yolu sigorta eksperlerinden geçer. Bu dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de böyledir.
Ancak, sigorta eksper ücretini bir maliyet olarak görmek ve bundan kaçınmak sigorta şirketlerine hasar ödemelerini doğru ödeme ve yanlış hasarları tespit etme gibi sorumluluklar getiriyor. Sigorta şirketleri de doğru ekspertiz ve doğru ödemeler sonucunda daha doğru fiyatlamalar yaparlar. Gelecekte sigorta eksperlerini baş üstünde tuttukları müddetçe sektörde herkes mutlu olur. Sigorta şirketleri para kazanırsa sektörün tüm paydaşlarının da mutlu olacağını düşünüyorum, ama sektörün mutlu olması için birinci şart sigorta eksperlerine daha fazla önem vermek.

Peki bir de eksperlere yöneltilen eleştiriler oluyor. Bu eleştiriler nereden kaynaklanıyor?
Yalçın Kaya: Sigorta eksperleriyle özdeşleşen mesleklerden biri aslında futbol hakemliği. Yetkileri çok fazla, saha içinde aldığı her türlü karara saygı duyulması gereken ve özünde tarafsız olduğunun peşinen kabul edildiği bir kurum futbol hakemliği. Sigorta eksperleri de yasayla tarafsız ve bağımsız olarak konumlanan bir meslek. Fakat akşamları televizyonu açtığımızda kimse bir futbolcunun gol kaçırdığından bahsetmiyor, herkes hakemin görmediğini söylüyor. Bir maç esnasında 20 bin enstantane olsa hakem üç tanesini kaçırıyor, buna karşın en çok o eleştiriliyor. Bu durumu bizimkine benzetiyorum.
Biz herhalde sene içinde 15 bin dosya bakarız, bunların 14 bin 900’ünden herkes memnun olur. Ama buna dair hiçbir yerde bir yazı okuyamazsınız. Özellikle ülkemizde belli kesimler maalesef eksper sıkıntılarını çok yüksek sesle dile getiriyorlar, o da bundan kaynaklanıyor.
Hepimiz Türkiye’de yaşıyoruz, Türk insanının da belli bir yapısı var: İnsanımız 10 sene prim öder de 11’inci sene bir hasarla karşılaşırsa 10 yıl boyunca ödediği primi geri almak ister. Sadece hasarını gidermek onu mutlu etmez. Böyle olunca, otomatik olarak eksperi suçlayan bir söylem içine girer. Bu durumda eksper sigortalıyla konuşup onu mutlu etmedikten sonra bu mutsuzluk olarak hepimize dönüyor. Tabii 1300 eksperin hepsi aynı yetenekte ve aynı tecrübede olamayacağı için, bazı tecrübesiz arkadaşlarımızın doğru iş yapıp kendilerini doğru ifade etmemeleri nedeniyle böyle durumlarla karşılaşılıyor.
SEİK olarak yaptığımız aylık toplantılarımızın büyük bir bölümü disiplin ve şikayetlerle geçer. Şikayetler genel olarak “78 model Şahin’im var, gelen eksper arabamı aşağıladı” gibi aslında hiçbir objektifliği olmayan, sadece eksper o gün “Ne güzel arabanız varmış, yazık olmuş” demedi diye geliyor. Eksperin sadece ekspertiz yapıp kendi işini icra etmesi bile vatandaşı rahatsız ediyor. Bunlar şikayet olarak bize geri dönüyor.

‘EKSPERLER İŞLERİ GEREĞİ HEP  MUTSUZ KİŞİYLE KARŞILAŞIYOR’
Futbol hakemi talihsiz, biz de talihsiziz. Bununla alakalı bir örnek daha vereyim: Diyelim ki otomobil satıyorsunuz. Otomobile de en ucuzlarından biri olduğu için Dacia diyelim. Araba almaya gelen her zaman mutludur, siz de mutlusunuzdur. Fakat, siz en üst segment araçlardan biri olan Berkeley’i tamir edin. Oraya gelenin aracı çarpıldığı için siz ona istediğiniz servisi verin, istediğiniz kadar yakınlık gösterin, yine de siz kötüsünüz. Çünkü siz onun bir sorun sonucunda karşılaştığı birisiniz. Eksperlik de futbol hakemliğinin iki kalem üstü zor, eksperlikte mutsuz olan bir kişiyle karşılaşılıyor. Örneğin yeni bir ev alıyor, bu kişi için ev almak hayatının yatırımı. Fakat üçüncü gün evini su basıyor ve bir eksper gelip “Halıları yıkatmaya gönderelim” diyor. Eksper işini istediği kadar doğru yapsın, “Yeni halı niye verilmedi?” diye düşünen ev sahibinin gözünde o eksper bitmiştir.
Öncelikle bu işin prosedürleri var, mutsuz bir insana bunu anlatmak dünyanın en zor işidir. Duvar boyası verirsiniz, iki ay sonra arayıp “Sizin boyattığınız yer yine kustu” der. Başına bir hasar gelen birinin verilen servisten ve yapılan işten memnun olması çok zor. Bunun için belli bir bilinç gerekiyor. Kişinin ikinci, üçüncü hasarı olabilir; bu sebeple eksperin ne olduğunu ve tarafsız olduğunu biliyordur, gelen eksperin bir profesyonel olduğunun ve ona yardım için geldiğinin farkındadır. Öyle olunca bir sorun olmuyor. Ancak ilk hasarda, özellikle de hasar gelen şey yeni bir ev ya da yeni bir araba olduğu zaman siz hiçbir şey anlatamazsınız.

Ahmet Nedim Erdem:
Başıma gelen son bir olaydan örnek vermek istiyorum. Aslında eksperin eleştirilmesinin anlamının, eksperin bir tarafın çıkarına dokunması olduğunu düşünüyorum. Eğer bir tarafın çıkarları noktasında tatmin edecek seviyede bir cevap vermediyseniz taraflı bir ekspersiniz. Yeni bir aracımız var, araç sahibi illa pert olmasını istiyor. Biz de her türlü çalışmayı yaptık. Hatta ikinci kere gittik ve arabaya ekspertiz yaptık, hasarı netleştirmek için eksik olan parçaları tespit ettik. Sigorta şirketi aracı iki kere ihaleye çıkardı, fakat istenilen sovtaj gelmiyor ve araba pert olmuyordu. Bunun üzerine eksper atayacağını belirtti, ben de yardımcı olmaya çalıştım. Sonuçta illa pert olacak ya da illa pert olmayacak diye bir şey yok, hasar neyse o olacak. Yedi tane eksper gezmiş, hiçbiri pert raporu yazmamış. Bana “Siz dernek başkanısınız, bunları baskı altına almışsınız” diyerek çeşitli hakaretlerde bulundu. Arabanın pert olmayacağını düzgün bir şekilde anlatmaya çalışırken bir yandan da tatmin olsun diye o süreci düzgün bir şekilde yürüttük. Fakat olmadı. Biz bu noktaya geleceğini zaten biliyorduk. Bunlar her gün yaşadığımız şeyler.
Benimle ilgili sosyal medyaya öyle şeyler yazdı ki, şu an sosyal medyada benim üzerimden adam asmaca oynanıyor. Tamir servisleri “Eksper zaten öyle yapar” gibi şeyler yazmış. Tamirciyle eksper arasındaki uyuşmazlık eksperin eleştirilmesi noktasındaki en büyük handikap. Yani biri aracını servise bırakıyor, eksper işçilik noktasında servisle anlaşamıyor, bu sefer servis eksperle muhatap olup onun taraflı olduğunu iddia ediyor. Piyasa rayici belli. Mesela bir dergi piyasada ortalama 15 lira, 14.5-15.5 liraya satılabilir. 20 liraya kimse kimse almaz. Tamirci hizmet sunarken bizim öyle yüksek bir fiyattan almak istememizden daha doğal bir şey var mı?
İnsanların tatmin eşikleri çok yüksek. Ayda 100 dosyaya bakmışsınızdır, 99’unda bir sorun yoktur. Fakat birinin istekleri yerine gelmemiştir, ya da onarımcısının istekleri olmamıştır. O dosya aradan cımbızla alınır gibi çekiliyor. Sistem durduğu sürece, bizim insanımız sigorta kültürünü anlayıncaya kadar eksper eleştirilen kurum olacak. Yine de, bazıları bilinçli olarak eksperi hedef gösteriyorlar. Eksperliğin tartışılması onların işlerine geliyor. Benim hissiyatım bu şekilde.
Eksperliğin neyini tartışıyoruz? Eksper matematiksel hesaplamalar yapar, o kadar. Ben sigortalının ya da sigorta şirketinin her istediğini yapacak konumda bir insan değilim. Bizim işimiz doğru olanı bulmak. Bir ekonomik değerin üzerinde duruyoruz, esasında bir şeyi tekrar eski haline getirmek için gereken ekonomik değeri ölçüyoruz. Bu ekonomik değerin üzerinde elimizde teraziyle duruyoruz.
Değeri yerine getirirken her şey değişiyor. Mesela su basan evdeki halı örneğinden gidersek, artık gelişen teknolojiyle birlikte o halının tüm suyu çekilebiliyor ve temizlenip kurutuluyor. Fakat ev sahibi halının değişmesini istiyor. Söz konusu halı pahalı bir halıysa günümüzdeki teknolojiyle biz bu durumu düzeltebilecekken halıyı niye değiştirelim? En nihayetinde bu bir ekonomik değer. Ben bu halıyı değiştirsem, bunu bir sovtajcı alıp yine birilerine satıyor. O zaman biz bu ekonomik değeri niye burada kullanmıyoruz? Lağım suyu gelmemiş, mikrobik bir unsur söz konusu değil.
Böyle olaylar hep var olacak. Biz yaptığımız işin farkındayız. Elbette içimizde her zaman düzeltilmesi gereken eksiklikler olacaktır ve bunların düzeltilmesi de gerekir.

Yalçın Kaya: Sigorta eksperlerinin memnuniyetsizlik yaratmasının tüketici açısından birinci nedeni, özellikle motorlu kara taşıtları bünyesindeki eksperlerin ücretlerini sigorta şirketlerinden alması. Servis ve sanayi esnafında böyle bir algı var. Ama dünyanın her tarafında sigorta eksperleri ücretlerini sigorta şirketinden alır. Türkiye’de dünyada olmayan bir sistemimiz var: EKSİST. Bu bir eksper atama sistemi. Sigorta eksperini poliçe ettiren ya da poliçeden menfaat sağlayan kişiler atayabiliyor. Bunun gayet net ve çok güzel bir prosedürü var. Sigorta şirketleri 24 saat içinde eksper atamadığı anda bu vatandaşa muhakkak SMS ile bildirilir ve “İstediğiniz sigorta eksperini atayabilirsiniz” denir. Özellikle isim verip belli bir eksperi seçince eksper ücretini sigortalı ödüyor fakat onun dışındaki tüm atamalarda ücret sigorta şirketi tarafından ödeniyor. Aslında bu sistem bize özgü, ama herhalde biz bunu anlatamadık.

Çetinay Karaol: Genelde uygulamalar devreye girdikten sonra biliniyor. Kasım ayında atama yönetmeliği çıkmış olmasına rağmen, bazı elektronik altyapı eksiklikleri nedeniyle henüz fiilen başladığını söyleyemiyoruz. Bu başladığı zaman mutlaka öğrenilecektir. Bu konuda piyasa enteresan, böyle şeyler hemen öğreniliyor. Tüketici bunu öğreniyor ve bunu lehine nasıl çevireceğinin hesabını kitabını yapmaya başlıyor. Bu açıdan piyasa çok dinamik.
EKSİST başladığı zaman çok doğru bir uygulama olacağını düşünüyorum. Sigorta şirketi ihbarı aldıktan sonra 24 saat içinde eksper atamayacaksa SBM’ye gidecek. SBM de mağdura veya hak sahibine bunu bildirecek. “Dosya açılmıştır fakat eksper atanmamıştır, arzu ederseniz eksper atayabilirsiniz” diyecek. Eskper Atama ve Takip Sistemi’nden atanan eksperin ücretini sigorta şirketi karşılamak durumunda. Bu uygulama başladığı zaman sigorta şirketlerinin eksper atamaktan artık çok da kaçınmayacaklarını düşünüyoruz. Öbür türlü sigorta şirketleri çift eksper ücreti ödemek gibi bir durumla karşı karşıya kalınabilir.

EKSİST ne zaman uygulamaya geçecek?
Yalçın Kaya: Aslında şu an bu uygulama başladı. Uygulamada adet arttıkça bu sistem daha çabuk benimsenecektir. Tabii biz bu elektronik altyapıyı izleyemiyoruz. SBM’deki son toplantımızda ağustos ayından itibaren bunu daha rahat izleyebileceğimizi söylediler. Aslında şu anda yasal olarak sigorta şirketlerinin atamadıkları eksperleri SBM’ye bildirmesi, SBM’nin de sigortalılara bir mesajla bunu bildirmesi gerekiyor. Bunun yaygınlaşması ekimi ya da kasımı bulur.
Bu sistemin gerçekten dünyada bir örneği daha yok. Sigortacılıkta çoğu ülkeye kıyasla çok farklı altyapılarımız olduğunu gururla söyleyebilirim. Merkezi veri tabanımız da bunlardan biri. Tüm sigorta eksperlerinin raporları ortak bir havuzda şeffaf bir şekilde sergileniyor. Vatandaş T.C. kimlik numarasını girerek kendisi hakkındaki raporları inceleyebiliyor. Dünyada böyle bir örnek yok. Bunun yanı sıra, sigorta şirketleri ortak bir havuzda eksper raporlarını görebiliyor. Bu tür ileri uygulamalarımız var. Biz Avrupa Eksperler Birliği (FIEA) yönetim kurulundayız. Onlar bile Avrupa’da bizim mevcut uygulamalarımıza nasıl geçebileceklerini tartışıyorlar.
Sektörün büyük sorunlarından biri olan ‘fraud’ yani sigorta suistimalleri için de en doğru uygulama merkezi veri tabanı. Tabii bu konuda bizim de bazı eksikliklerimiz var. Oto dışında merkezi veri tabanına eksper raporu akışını bir türlü gerçekleştiremedik. Sigorta şirketleri burada biraz daha muhafazakar bir yapıya sahipler.
Biz eksperler olarak yeniliklere daha çabuk ayak uyduruyoruz. Örneğin oto dışında yangın poliçeleri de artık merkezi veri tabanına aktarıldı. İstendiği zaman raporlar bu veri tabanına atılabilir ve daha geniş bir datadan yararlanılarak daha doğru fiyatlama yapılabilir. 2017 senesinde bunların da gerçekleşeceğini tahmin ediyorum, fiyatlama yapmanın daha kolay olduğu bir ülke haline geleceğiz.

Hazine’nin temmuz ayında yapılan bir toplantısında Ahmet Genç’in ‘öz yönetimin hakkını vermemiz lazım’ gibi bir lafı oldu. Orada ne demek istedi?
Yalçın Kaya: Sigortacılık yasasına göre sigorta eksperleri TOBB bünyesinde bağımsız olarak hizmet veriyor. Ancak yönetmeliğimizi hayata geçirirken sigorta eksperliği konusundaki birçok şey Hazine’nin kontrolü altındaydı. Ahmet Genç ileri görüşlü biri, “Aslında biz bu mesleği sizin kadar bilmiyoruz. Mesleğin iç yapısını, eksperlerin bu mesleğe giriş biçimlerini, kimlerin eksper olup kimlerin olamayacağı gibi konuları SEİK’e bırakmamız lazım” dedi. Hazine bu konuda müdahaleci olmasın, serbesti vererek denetim yapsın diyordu.
Bu, bizim yıllardır beklediğimiz, hep beraber konuşup tartıştığımız bir şeydi. Hazine geçen yıl acenteler yönetmeliğinde acentelere böyle bir serbesti tanımıştı. Umarım bu yeni dönemde eksperler yönetmeliğinde de SEİK etkin bir hale getirilecek. Öz yönetimden kastedilen bu. Bize gösterilen bu güvenden dolayı gururluyuz.

1300 eksperiniz var. Bunlarla bir araya gelerek eğitim çalışmaları yapıyor musunuz?
Çetinay Karaol: 5684 no’lu yasanın 5 yılda bir zorunlu eğitim verilmesi konusunda bir amir hükmü var. Dolayısıyla SEGEM kanalıyla eksperler bütün branşlarda veya ruhsat sahibi oldukları branşlarda zorunlu eğitim alıyorlar. Bunun dışında Sigorta Eksperleri Dayanışma ve Eğitim Vakfı olarak biz eğitime çok önem veriyoruz. Örneğin günümüzün yeni konularından olan değer kaybı konusunda bizzat ben üç kenti dolaşıp 538 kişiye SEGEM’le beraber eğitim verdim. Ondan evvel açtığımız lokal kurslar oldu. Derneğin zaman zaman açtığı oto yangını, mahal yangını, kriminal incelemeler gibi birtakım kurslar var. Eğitime çok önem veriyoruz, bu konuda bayağı ısrarcıyız. Daha fazla eğitim vermemiz lazım. Vermeye de devam edeceğiz.

Yeni düzenlemeyle getirilen arabuluculuk uygulamasının size bir etkisi olacak mı?
Yalçın Kaya: Kimlerin arabulucu olabileceği belli. Konum olarak biz de arabulucuyuz, ama sektördeki veya yasal tanımdaki arabulucu tanımında yokuz. TOBB bu konuda birkaç toplantı yaptı. Arabuluculuğun eksperlik mesleğinin tehdit veya menfaatine olduğunu sanmıyorum. Yine de keşke yasa çıkarken sigorta eksperliğini de oraya bir yere konumlandırsalardı. Sigorta eksperliği öyle bir kavram ki, eksperliğin ne olduğunu çok az sayıda kişi biliyor. Bu mesleği bir kendimiz bir de tamirciler biliyoruz.
Dört yıl önce bir reklam kampanyası çekerek sigorta eksperinin ne olduğunu topluma tanıtalım istedik. Buna büyük bütçeler ayrıldı. TOBB Başkanımız Rifat Hisarcıklıoğlu’nun mesleğimize ve sigorta eksperlerine güvenmesi ve yakın ilgisiyle bu tanıtım filminin de yakın gelecekte hayata geçeceğine inanıyorum.
Toplumda sigorta eksperine yönelik oluşan algıyı yıkmak için birçok atak yapıyoruz, ama bunu bir türlü değiştiremiyoruz. Günün sonunda yine herkes bize “Sen paranı kimden alıyorsun?” diyor. Paramızı sigorta şirketi ödediği için şirket aleyhine hiçbir şey yapmayacağımıza inanılıyor. Oysa biz bağımsız ve tarafsızız, böyle davranmazsak ruhsatımızı iptal eden yasal müeyyideler var. Böyle bir şeye inanan bir tüketici ya da sigorta şirketinin yapması gereken tek bir şey var: Sigorta eksperinin taraflı ekspertiz raporu tanzim ettiğini şikayet ettiğiniz anda birinci sırada Hazine devreye girer. Hazine bizi yönlendirir ve biz de disiplin soruşturması açarız. Türkiye’de yargı kılıcının en fazla üzerinde gezdiği kurum sigorta eksperliğidir, çünkü herkes bizi şikayet ediyor olabilir.
Maalesef algı böyle. Bunun değişmesi için ekonominin büyümesi, eksper sayısının artması, sanayinin gelişmesi gerekiyor.

‘BİRLİK İÇİNDE ÇALIŞIYORUZ’
Tayfun Ermetin: Bu konunun 3 ayağı var. Sigorta şirketleri, eksperler ve Hazine. Tüm süreci yöneten Hazine Müsteşar Yardımcısı Dr. Ahmet Genç’i sigorta sektörüne reform katkılarından dolayı kutluyoruz. Biz bir bütünlük içindeyiz ve bundan gurur duyuyoruz. Belki hiçbir sektörde olmayan birlik ve beraberliği sağlamış durumdayız. Biz eksperlerle bölgelerde, gerek icra komitesi gerek dernek olsun, mesleğimizin bu gününü ve geleceğini tartışırız. Mesleğin isteklerine  cevap vermenin şartlarını geliştiririz. İyi bir yönetim ivmesi yakaladık. Bu da sektörde herkesin dikkatini çeken bir husus. Birliğimiz ve beraberliğimiz, herkese örnek olacak bir yönetim tarzı teşkil ediyor. Ufak tefek aksaklıklar olsa da çok başarılı bir şekilde ilerliyoruz. En önemli atılımımız da Hazine’de gerçekleştirilen SWOT analiziyle belirlenen hedeflerin %60-%70’ini tamamlamış durumdayız. Bu konuda tüm planlamaları yaptık.
Her zaman şunu söylüyoruz: Sigorta şirketlerini yaşatacağız ki hep beraber yaşayalım.  Sigorta şirketleri birliği uzlaşma için hep beraber çalışmamız gerektiğini söylüyorlar ancak uygulamaya gelince durum böyle olmuyor. Bir müddet mesafe alıyoruz fakat devamı gelmiyor. Şirketler kendi hasar ödeme yöntemlerini uyguluyor, hasar tespit ve ödeme uygulamaları tüketicide güvensizlik yaratıyor, eksperler sigorta şirketlerinin çalışanıymış gibi algı yaratıyor. Eksperlerin tarafsızlığı ve bağımsızlığı eleştiriliyor. Burada medya, acenteler, yani tüm aktörler bir araya gelip rollerini çok iyi hesaplamalı ve bireysellikten kaçınıp, kurumsallığa gitmeli. Biz demokratik seçimlerle oluşturtuğumuz Türkiye genelinde genç yönetim kadrolarımızla, icra komitemizle,  diğer dernekleri ufak ve küçük diye ayırmadan mesleğimizle nasıl sektöre katkı yapar biçime gelebiliriz diye düşünüyoruz. Torba Yasa’da da çok tartışma oldu. Biz bu yasayı çıkartırken, sigorta şirketleriyle anlaşarak ve uzlaşarak çıkarttık. Sonuca bakıyoruz; sigorta şirketleri “Bizim dediğimiz gibi olmadı” diyorlar ve faturalı çalışmaya yöneliyorlar. Aslında bizim çağdaş ve bütünlük içinde olmamız gerekiyor. Biz bunun gereklerini yerine getiriyoruz. Zaman bizim hep haklı çıktığımızı gösteriyor.
Sigorta sektörünün olmazsa olmaz bir ifadesi vardır: Sigorta hasarda belli olur. Sigortacılık hasarda belli olursa, hasarda doğru hasar ,doğru tespit doğru ödemenin tek etkeni eksper. Sigorta şirketleri buna rağmen faturalı çalışmayı dayatıyor. Biz sigorta şirketleriyle çekişmeye kesinlikle girmiyoruz ve her yerde fedakarlık yapıyoruz. Sigortacılar bizimle paylaşarak sigortacılığı götüreceklerini söylüyorlar ancak bir noktada beraber çalışmaktan kaçınıyorlar. Geldiğimiz noktada acente ve eksper mutsuz. Bu taraflar mutsuz olunca, sigortacılığın Türkiye’de gelişmesi mümkün değil. Sigortacılık böyle ancak yerinde sayar. Hedeflerin ortak olarak ortaya konulması ve beraber bu yolda ilerlemesi gerekiyor. Sigorta şirketi olmazsa tüketici de, eksper de, acente brokerlıkda olmaz. Bunların hepsi birbirine bağlı.
Hazine “Biz ne sigorta şirketinden ne de eksperden yanayız. Biz tüketiciden yanayız. Tüketicinin lehine projeniz varsa uygulayalım” diyor. Biz mümkün oldukça  bireysel olmadan, sektöre katkı yapacak ve tüketiciyi rahatlatacak şartların yerine getirilmesi için çalışıyoruz. Bunu yaparken de, sektörün en güzel reklamını yapacak olan ve eksperin durumunu anlatacak olan sigorta şirketi. Esas sıkıntı burada. Bugün Türkiye’de kime sorarsanız sorun, sigorta eksperinin sigorta şirketine bağlı olduğunu, parasını sigorta şirketinden aldığı söyleniyor. Biz ücretimizi sigorta şirketinden değil, poliçeden alıyoruz. Sigorta şirketi poliçeyi satmasa eksperi görevlendirir mi? Tüketicinin hakkı korunur mu? Bunların çözümlerini bularak hedefe doğru gitmemiz gerekiyor. Sektör önü açık ve bunları yapabilecek niteliklere eksiksiz sahiptir.
Sigorta Şirketleri Birliği ve İcra Komitemiz uzlaşarak Hazine’ye yasa teklifimizi sunduk. Hazine de yasayı Meclis’e sundu. Meclis de yasayı kabul etti. Siyasi iradeye bir kere daha teşekkür ediyoruz. Torba Yasa’da eksperlerin tavan ücreti belli oldu. Biz hangi şirketin, ekspere ne kadar ödediğini takip etmek zorunda kalıyorduk. Eksperler bir kaos içindeydi. Ödemeye direnen sigorta şirketleri vardı. Torba Yasa’dan sonra bu sorun bitti. Ancak bize sigorta şirketleri tarafından, direttiğimiz ve taban fiyatı koyduğumuz söyleniyor. Yasa gereği taban ücreti belirleme yetkisi hazinenindir. Taban ücretinin hazine belirledi. Şirketler bu yasa sonucu karşısında faturalı ödemeye gideceklerini ve işlerimizin azalacağını ifade ettiler ve uygulamaya koydular.

Faturalı ödeme ne anlama geliyor?
Tayfun Ermetin: Faturalı ödeme yapıldığı zaman eksper devreden çıkıyor ve sigorta şirketi hasarın tamamını fatura karşılığı ödüyor. Yani anlaşarak ödeme yapılıyor. Anlaşarak ödeme yapılınca, öyle maliyetler geliyor ki sigorta şirketlerine, durum yine bize dönüyor. Eksper tekrar avantajlı oluyor. Öyle olunca, anlaşmalı servis sigorta şirketinden yüksek ücret aldığını, aynı ücreti bizden alamadığını söylüyorlar, bizi tekrar piyasayla çatışacak hale getiriyorlar. Bırakın, hasarı biz tespit edelim. Biz zaten 1000 liraya kadar olan hasarı faturalı ödeyin diyoruz. Ama sigorta şirketleri hala faturalı yapmak üzerine diretiyor. 10 – 15 bin liraya kadar hasarları faturalı ödüyor. Bu gidişat ne tüketiciye ne de sektöre fayda sağlıyor poliçe maliyetlerini artırıyor.
Biz 4 arkadaş olarak birlikteyiz. Türkiye genelinde gerçekten gurur duyduğumuz bir yönetimimiz var. Kararlarımıza tüm üyelerimizi ortak ediyoruz. Başkanlarımız tüm görevlerini layıkıyla yerine getiriyor. Gelmiş bulunduğumuz noktada elimizden geldiği sürece bireysellikten uzaklaşarak kurumsallığın bütün adımlarını cesaretle atıyoruz. Görev süremiz bitene kadar bu görevi layıkıyla yapmak istiyoruz.
Çok iyi bir yönetimimiz var. Birlik ve beraberlik içinde çalışıyoruz. TOBB çatısı altında olmamız büyük bir avantaj. TOBB Başkanımız Rifat Hisarcıklıoğlu’na ve TOBB Başkan vekili Sayın Ender Yorgancıoğlu’na bize değil sigorta sektörüne katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz. Unutulmamalı ki, Türkiye’nin en büyük STK’sı, 3 milyonun üzerindeki üyesi ile sigorta eksperleri, sigorta acenteleri, sigorta brokerliği ile sigorta sektörünün en büyük gücünü kutlamalıyız. TOBB ile Türkiye sigorta şirketleri birliğinin birlikteliğini de takdirle karşılıyor, sonuna kadar destekliyoruz.

Yalçın Kaya: Genelde sigorta eksperliğinin araç başına gidilerek yapılması gerekir. Faturalı hasar genelde Kuzey Avrupa ülkelerinde özellikle motorlu kara taşıtları branşında pek sigorta eksperi kullanmadan ödenen hasarlardır. Sistem oturmuştur ve her parçanın fatura karşılığı vardır. Türkiye’de ise son 4-5 yıldır sigorta şirketleri hızlı hizmet adı altında eksper yollamadan, anlaşmalı yetkili servislere gelen hasarları hızlı bir şekilde ödemek için faturalı yöntemi kullanıyorlar. Eskiden bin 500 lirayla başlayan bu sistem zaman içinde 2 bin – 3 bin derken 10 binlere kadar çıktı. Özellikle eksperlere asgari ücret gelmesinden sonra sigorta şirketleri bu yönteme yoğunlaşmaya başladı.

Çetinay Karaol: Sigorta şirketleri ekspere verdiği ücreti görüyor. Ancak faturalı ödeme yerine eksper görevlendirseydi ne kadar tasarruf sağlayacağını ölçemiyor. Eksper görevlendirilmediği için ekspere verilmeyen 150 lira gibi rakamlar kâr gibi gözüküyor.

Yalçın Kaya: Sigorta şirketi faturalı yaptığı zaman kaybını mutlaka hesaplar. Yıllık hasarının ne kadar kısmını faturalı olarak ödeyeceğini belirliyor. Tabii, burada servisler en az %10-%15 ekler. Sigorta eksperi gittiği zaman “Tamponu onarıma yollayın” der, faturalı ödendiğinde tampon kesin değişir. Başka bir durumda eksper hasarın farklı bir kazadan olduğunu söyler ama faturalıda bu hasar ödenir. Yıl sonunda bu şekilde kaybedilen para hesaplanmaz ama ekspere verilmeyen para hesaplanır ve kâr olarak yönetime sunulur. Faturalı sistemden oluşan kayıp da acenteyi ve müşteriyi mutlu etmek için yapılan bir harcama, bir reklam harcaması gibi görülür. Türk sigorta sektöründe kasko müşterisi sadece fiyata bakar. Sigorta şirketleri bunu da bilmesine rağmen, nedense faturalı sistem hizmet adı altında yapılıyor. Umarız, ileride bunun nedenini anlarız ve çözebiliriz.

KAYA: BAZI EKSPERLER KENDİNİ DOĞRU ANLATAMIYOR
Ülkemizde belli kesimler eksper sıkıntılarını çok yüksek sesle dile getiriyorlar. Türk insanının da belli bir yapısı var: İnsanımız 10 sene prim öder de 11’inci sene bir hasarla karşılaşırsa 10 yıl boyunca ödediği primi geri almak ister. Sadece hasarını gidermek onu mutlu etmez. Böyle olunca, eksperi suçlayan bir söylem içine girer. Bu durumda eksper sigortalıyla konuşup onu mutlu etmedikten sonra bu mutsuzluk olarak hepimize dönüyor. Eksperlerin hepsi aynı yetenekte ve aynı tecrübede olamayacağı için, bazı tecrübesiz arkadaşlarımızın doğru iş yapıp kendilerini doğru ifade etmemeleri nedeniyle böyle durumlarla karşılaşılıyor.

KAYA: EKSPERLERİN ÜCRETLERİNİ SİGORTA ŞİRKETİNDEN ALMALARI MÜŞTERİLERDE MEMNUNİYETSİZLİK YARATIYOR. AMA DÜNYANIN HER TARAFINDA SİGORTA EKSPERLERİ ÜCRETLERİNİ SİGORTA ŞİRKETLERİNDEN ALIR.

ERMETİN: ORTAK HEDEFLER BELİRLENMELİ
Sigorta hasarda belli olur. Hasarda doğru tespit, doğru ödemenin tek etkeni ise eksperler. Sigorta şirketleri buna rağmen faturalı çalışmayı dayatıyor. Biz sigorta şirketleriyle çekişmeye kesinlikle girmiyoruz ve her yerde fedakarlık yapıyoruz. Sigortacılar bir noktada beraber çalışmaktan kaçınıyorlar. Geldiğimiz noktada acente ve eksper mutsuz. Bu taraflar mutsuz olunca, sigortacılığın Türkiye’de gelişmesi mümkün değil. Sigortacılık böyle ancak yerinde sayar. Hedeflerin ortak olarak ortaya konulması ve beraber bu yolda ilerlemesi gerekiyor. Sigorta şirketi olmazsa tüketici de, eksper de, acente brokerlıkta da
olmaz. Bunların hepsi birbirine bağlı.

ERMETİN: SIGORTA ŞIRKETLERINI YAŞATACAĞıZ KI HEP BERABER YAŞAYALıM. TÜRKIYE SIGORTA BIRLIĞI UZLAŞMA IÇIN HEP BERABER ÇALıŞMAMıZ GEREKTIĞINI SÖYLÜYOR ANCAK UYGULAMAYA GELINCE DURUM BÖYLE OLMUYOR.

KARAOL: EKSİST YERİNDE BİR UYGULAMA OLACAK
Genelde uygulamalar devreye girdikten sonra biliniyor. Kasım ayında atama yönetmeliği çıkmış olmasına rağmen, bazı elektronik altyapı eksiklikleri nedeniyle henüz fiilen başladığını söyleyemiyoruz. Bu başladığı zaman mutlaka öğrenilecektir. Eksper Atama ve Takip Sistemi (EKSİST) başladığı zaman çok doğru bir uygulama olacak. Sigorta şirketi ihbarı aldıktan sonra 24 saat içinde eksper atamayacaksa SBM’ye gidecek. SBM de mağdura veya hak sahibine bunu bildirecek. “Dosya açılmıştır fakat eksper atanmamıştır, arzu ederseniz eksper atayabilirsiniz” diyecek. EKSİST’ten atanan eksperin ücretini sigorta şirketi karşılamak durumunda.

KARAOL: SIGORTA ŞIRKETI, FATURALı ÖDEME YERINE EKSPER GÖREVLENDIRSE NE KADAR TASARRUF SAĞLAYACAĞıNı ÖLÇEMIYOR. EKSPER GÖREVLENDIRILMEDIĞI IÇIN EKSPERE VERILMEYEN 150 LIRA GİBİ RAKAMLAR KÂR GÖRÜLÜYOR.

ERDEM: EKSPERLİK BAZILARI TARAFINDAN HEDEF GÖSTERİLİYOR
Sistem durduğu sürece, bizim insanımız sigorta kültürünü anlayıncaya kadar eksper eleştirilen kurum olacak. Yine de, bazıları bilinçli olarak eksperi hedef gösteriyorlar. Eksperliğin tartışılması onların işlerine geliyor. Benim hissiyatım bu şekilde.
Eksperliğin neyini tartışıyoruz? Eksper matematiksel hesaplamalar yapar, o kadar. Ben sigortalının ya da sigorta şirketinin her istediğini yapacak konumda değilim. Bizim işimiz doğru olanı bulmak. Bir ekonomik değerin üzerinde duruyoruz, esasında bir şeyi tekrar eski haline getirmek için gereken ekonomik değeri ölçüyoruz. Bu ekonomik değerin üzerinde elimizde teraziyle duruyoruz.

ERDEM: AYDA 100 DOSYAYA BAKMIŞSINIZDIR, 99’UNDA BİR SORUN YOKTUR. FAKAT BİRINİN İSTEKLERİ YERİNE GELMEMIŞTIR YA DA ONARIMCISININ İSTEDİKLERI OLMAMIŞTIR. O DOSYA ARADAN CIMBIZLA ÇEKİLİP ÖNÜNÜZE GETİRİLİR.

Renk Özcan – Umut Deniz Elçi
renk@sigortacigazetesi.com.tr
umut@sigortacigazetesi.com.tr

Değer yaratan şirketler sektörde öne çıkacak

$
0
0

ERGO Türkiye CEO’su Theo Kokkalas, Türkiye pazarının potansiyeline inandıklarını ve bunu yansıtacak şekilde grup olarak Türkiye pazarına yatırım yapmaya devam edeceklerini söyledi. Kokkalas, “ERGO Türkiye olarak hedefimiz, grubumuz çatısı altındaki önde gelen şirketlerden biri olmak, Türkiye pazarında da sürdürülebilir bir kârlılıkla büyüyebilmek” dedi.

Sigorta sektörü uzun süredir kârsızlık sorunu yaşıyor. Bunun sebepleri nedir? Aşılması konusundaki çözüm önerilerinizi alabilir miyiz?
Evet, sektörün uzun süredir devam eden bir kârsızlık problemi var. Bunun birkaç tane temel nedeni var. Öncelikle, problem uzun kuyruklu branşlardan kaynaklanıyor, özellikle trafik branşından. Bu branşı dışarıda bırakarak baktığımızda sektör 2012’den beri teknik kâr elde edebiliyor aslında. Yani kârlılığı etkileyen en önemli konu trafik branşı ile ilgili rezervler. Trafik branşında geçmişteki teknik olmayan ve rekabete dayalı fiyat uygulamaları, zamanaşımı süresinin çok uzun olması, bu branştaki regülasyonun sık değişmesi ve bunun rezerv seviyelerini doğrudan etkiliyor olması en önemli faktörler. Bunlara ek olarak, genelde pazardaki operasyonel verimsizlik ve uzman personel eksikliği de bu sorunun çözümünü güçleştiriyor.

‘TEKNİK FİYATLAMA YAYGINLAŞMALI’
Bu sorunun çözülmesi için 2016 senesinde önemli adımlar atıldı ve regülasyonda önemli değişiklikler ve iyileştirmeler yapıldı. Ancak daha yolun başındayız. Bu atılan adımların sonuç vermesi için uygulamada da gerçekleşmesi ve yasal ortamın iyice sağlamlaştırılması gerekiyor. Buna ek olarak, teknik fiyatlama uygulamalarının pazarda yaygınlaşması ve teknik yetkinliğin artması olmazsa olmaz bir konu. Bu anlamda pazarda uluslararası şirketlerin varlığı büyük bir avantaj; hem teknik anlamda hem de operasyonel verimlilik konularında önemli bir know-how’a sahipler ve bunu Türkiye pazarına taşıyorlar.

ERGO Sigorta’nın Türkiye pazarına girdiği günden bu yana sektördeki yolculuğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
ERGO Grubu olarak, Türkiye pazarına 2008 yılında satınalma yoluyla girdik. 8 yılını geride bıraktığımız bu süreci, bir aile şirketinden, uluslararası arenada faaliyet gösteren bir sigorta devinin kurumsal yerel gücü olmaya uzanan bir yolculuk olarak tanımlayabiliriz. Satınalma sürecinden önce şirket büyük oranda trafik sigortası şirketi iken, biz şirketi neredeyse tek branşlı yapısından çıkartıp birçok branşta rekabetçi olarak hizmet verir bir duruma getirdik ve dengeli bir portföy yapısına ulaştık. Grubumuz adına bu sürecin iyi yönetildiğini ve kontrol altında olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
‘TÜRKİYE PAZARINA UZUN VADELİ BAKIYORUZ’
Türkiye’de sektöre girerken hedefimizi çok net belirlemiş ve piyasanın ana oyuncularından biri olma kararı vermiştik. Sermayedarımız Munich Re ve ERGO Grubu, ilk günden itibaren Türkiye sigorta pazarına uzun vadeli baktı ve bakmaya devam ediyor. Uzun vadede istikrarımızı ve başarımızı ise sürdürülebilir kârlı büyüme ile koruyabileceğimizi biliyor ve bu yönde de çalışmaya devam ediyoruz.

ERGO Türkiye olarak kısa, orta ve uzun vadeli hedefleriniz neler?
ERGO Grubu olarak Türkiye pazarının potansiyeline inanıyoruz ve bunu yansıtacak şekilde grup olarak Türkiye pazarına yatırım yapmaya devam ediyoruz.
ERGO Türkiye olarak hedefimiz, grubumuz çatısı altındaki önde gelen şirketlerden biri olmak, Türkiye pazarında da sürdürülebilir bir kârlılıkla büyüyebilmek. Bu amaçla oluşturduğumuz stratejimiz 3 ana temele dayanıyor: Üstün hizmet, teknik mükemmellik ve operasyonel mükemmellik ve hepsinin temelinde iş ortaklarımızla karşılıklı duyduğumuz güven ilişkisinin artarak devam etmesi bulunuyor. Grup olarak dijitalleşmeye de ciddi bir yatırım yapıyoruz, bunu Türkiye pazarında da devam ettireceğiz.

‘KASKO YENİDEN ÇEKİCİ HALE GELİR’
Kaskonun geldiği nokta ve geleceğine ilişkin değerlendirmeniz nedir?
Kasko, sektör olarak düzenli büyümenin görüldüğü alanlardan ve Türkiye pazarındaki en gelişmiş branşlardan biri diyebiliriz. Ancak,  son gelişmeler nedeniyle; artan asgari ücret seviyesi ve değişen döviz kuru, hasar maliyetlerini ciddi anlamda artırdı. Pazarda artan rekabet ve hasar maliyetlerinin artması kasko branşının mevcut durumda kârlılığını azaltıyor. Bu durumun bir süre daha devam edeceğini düşünüyorum ancak sonrasında piyasa koşulları yeniden çekici hale gelecektir.

Tamamlayıcı sağlık sigortasının sektöre katkısı ne oldu?
Tamamlayıcı sağlık sigortası, sosyal güvenlik sistemi kapsamında olan sigortalıların SGK ile anlaşmalı özel sağlık kuruluşlarından alacakları sağlık hizmetleri için SGK’nın karşılamadığı ve sigortalıların ödemekle mükellef olduğu fark ücretlerini karşılayan sağlık sigortasıdır. Türkiye’de yaklaşık 60 bin kişi bu hizmetten faydalanıyor. Dünyada farklı modellemeleri uygulanmakla beraber sağlık sistemine yapmış olduğu katkı, sosyal güvenlik politikalarının tamamlayıcısı niteliğinde olması ve devletlerin sağlık harcamalarını hafifleten yapısı nedeniyle tamamlayıcı sağlık sigortası gün geçtikçe tercih edilen bir model haline geliyor. Tamamlayıcı sağlık sigortası konusunda sektör ciddi anlamda gelişme gösteriyor, gelecekte de bunun artarak devam edeceğini düşünüyoruz. Biz bu ürünle pazara giren ilk üç şirketten biriyiz. Şu anda 15’ten fazla şirket bu ürünü sunmaya başladı. Temmuz 2016 itibarıyla Tamamlayıcı Sağlık branşı % 154 civarında büyüyor ve toplam sağlık sigortalarının % 3’ünü oluşturmaya başladı.

ERGO Türkiye olarak tamamlayıcı sağlık sigortası ürününüzle ne gibi hizmetler veriyorsunuz?
ERGO Türkiye olarak, 2013 yılından beri “ERGO Yüzde 100 Sağlık Sigortası” adıyla Tamamlayıcı Sağlık Sigortası ürününü hizmete sunuyoruz. Sigortalılarımızın anlaşmalı özel sağlık kurumlarından alacakları hizmetler için SGK’nın karşılamadığı ücret farkını özel ve genel şartlar ile belirtilen şekilde karşılıyoruz. Türkiye genelinde 370 kurum ile anlaşmamız bulunuyor. Ayrıca, tamamlayıcı sağlık sigortası ürünümüz ile beraber asistans hizmetleri ve indirimli hizmetler sunuyoruz. Bu hizmetlere ek olarak, sigortalılarımız eğer isterlerse yatarak+ayakta tedaviye doğum teminatını da ekleyebiliyorlar.

Şu anda sigorta pazarında hizmet veren uluslararası şirketlerin pazara etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uluslararası şirketler, özellikle sigortacılığın oldukça gelişmiş ve yaygın olduğu pazar tecrübelerini ve uygulamalarını Türkiye pazarına getiriyor.
Bu da sektörün profesyonelleşmesinde ve teknik olarak gelişmesinde önemli bir rol oynuyor.
Türkiye sigorta pazarı halen sigorta bilincinin çok düşük olduğu ve oto sigortaları ağırlıklı bir pazar, uluslararası şirketler yaklaşımları ve pazara sundukları yeni ürünler ile bu bilincin artmasına katkıda bulunuyorlar. Bunun Türkiye için önemli bir fırsat olduğunu düşünüyoruz.

‘MİSYONUMUZ DEĞER YARATMAK VE İYİ HİZMET’  
Türkiye’de sigortacılığın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bu gelecekte ERGO Sigorta’nın misyonu ne olacak?
Türk sigorta pazarının hem ciddi bir büyüme potansiyeli hem de kendine has birtakım dinamikleri var. Öte yandan finansal bir hizmet olduğunu düşündüğünüzde de sigortanın küresel alanda müşteriler için çok değerli bir hizmet olduğu görülebilir. Ancak, Türkiye’de sigorta bilincinin düşük olduğunu göz önüne aldığımızda, bu durumu bir avantaja dönüştürmek için sigorta bilincini artırmak, müşterilerimize iyi bir deneyim ve hizmet vermek için çalışmalıyız. ERGO Türkiye olarak misyonumuz tüm paydaşlarımız için değer yaratmak, acente ve müşterilerimize iyi bir deneyim ve hizmet sağlamaktır.

‘TRAFİKTE İYİLEŞTİRME ADIMLARI SÜRMELİ’
Torba yasada yapılan değişiklikler trafik sigortasını nasıl etkileyecek? Bu branşta yaşanan teknik zarara etkisi ne olacak?
Trafik branşında yapılan yasal değişiklikleri yakından takip ediyoruz ve sektörde önemli adımlar atıldığını düşünüyoruz. Son torba yasa değişiklikleriyle trafik sigortasındaki belirsizlikler büyük oranda ortadan kaldırıldı ve sigorta şirketlerinin riski göreceli olarak kontrol altına alınmış oldu. Bunun bir sonucu olarak da sektörde trafik sigortası fiyatlarının geçtiğimiz yıllardaki seviyelere inmese de bir miktar düşmeye başladığını görüyoruz. ERGO olarak biz de portföyümüzü de göz önüne alarak bir takım aksiyonlar aldık. Bu değişikliklerin olumlu yönde atılan önemli bir adım olduğunu söyleyebiliriz, ancak hem uygulamanın nasıl olacağı önemli bir konu hem de bu alanda daha yapılabilecek birçok iyileştirme ihtiyacı var, bu yönde adımlar atılmaya devam edilmeli.

‘Türkiye’deki her 5 tekneden biri ERGO güvencesinde’
Yat sigortası ürününüz ile sunduğunuz fırsatlar ve teminat kapsamları nelerdir? Ürününüzün özelliklerinden ve sektörde yarattığı farklardan bahseder misiniz?
Yat sigortası kapsamında sigortalılarımıza geniş bir ürün ve hizmet yelpazesi sunuyoruz. Bu sayede, Türkiye’de yaklaşık her 5 tekneden birinin ERGO güvencesinde olduğunu söylemekten gurur duyuyoruz. ERGO Türkiye olarak, yatları ve içindeki ekipmanlarını muhtemel risklere karşı güvence altına alarak, denizlerde güvenli bir yolculuk sağlıyoruz. Bu alanda sigortalılarımıza ‘Tekne ve Yat Sigortası’ ve ‘Tekne/Yat İnşaat Sigortaları’ olmak üzere iki farklı ürün sunuyoruz.
‘Tekne ve Yat Sigortası’ kapsamında yatın gövdesi, makineleri, adını taşıyan servis botları, yat ile birlikte alınıp satılan donanım ve ekipmanlarını “Institute Yacht Clauses 1.11.82 Cl.328” kapsamında tek bir poliçe ile güvence altına alıyoruz. Sigorta güvencesi; denizde, yatma mahallinde, çekek yerinde, çekeğe alınırken ve çekekten indirilirken kesintisiz olarak devam ediyor.
Faaliyet gösterdiğimiz ikinci alan  ‘Tekne/Yat İnşaat Sigortaları’ ürünümüzle ise  tekneyi inşaat süresince teminat altına alıyoruz. Bu noktada, teknenin kızağa konmadan önce imalat sırasında karşılaşılabilecek riskleri ile kızağa konma ve inşaat aşamalarındaki riskleri, denize indirme, donatana teslim ve deneme seferindeki riskleri, kısacası tekne denize inmeden önceki tüm muhtemel riskleri güvence altına alıyoruz.

‘ACENTE VE BROKERLER ÖNCELİKLİ KANALIMIZ OLMAYA DEVAM EDECEK’
Acenteler, halen sigorta sektörünün en önemli dağıtım kanalı. Ancak son dönemde acente komisyonları en önemli tartışma konusu, sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?
Türkiye gibi sigorta penetrasyonunun ve bilinirliğinin çok düşük olduğu bir pazarda acente ve brokerlerin büyük rol oynamaya devam edeceğine inanıyorum. Türkiye’de sigorta halen aracılar tarafından satılan bir ürün ve uzun bir süre bu şekilde kalmaya devam edecek. ERGO olarak ise acente ve brokerler bizim öncelikli kanalımız ve bu şekilde kalmaya devam edecek. Ancak bir yandan da unutmamalıyız ki, müşteriler ve davranışları değişiyor. Acente kanalı da bu değişikliklere ayak uydurmak durumunda. Biz bunun için sonuna kadar acentelerimizin yanında olacağız ve onlara bu konuda ihtiyaçları olan her türlü desteği sağlayacağız. ERGO Grubu olarak yeni strateji programımız çerçevesinde 1 milyar euroluk yeni yatırım yapmayı planlıyoruz ve bu yatırımların önemli bir kısmını dijitalleşme alanındaki yatırımlar oluşturuyor. Şirket olarak değişen çağ ve müşteri beklentilerine karşılık olacak bu yatırımları yaparken önemli hedeflerimizden biri de acentelerimizin de bizimle birlikte gelişmesine destek olmak.

Türkiye pazarına 2008 yılında girdiklerinihatırlatan Theo Kokkalas, “Bu süreci, bir aile şirketinden, uluslararası bir sigorta devinin kurumsal yerel gücü olmaya uzanan bir yolculuk olarak tanımlayabiliriz” dedi.

“Sermayedarımız Munich Re ve Ergo grubu Türkiye pazarına uzun vadeli bakıyor. Ergo Türkiye olarak hedefimiz, grup çatısındaki önde gelen şirketlerden biri olmak ve sürdürülebilir kârlılıkla büyümek.”

Meral Öztürk – Emin Özcan
meralozturk@sigortacigazetesi.com.tr
emin@sigortacigazetesi.com.tr

‘Underwriting odaklılıktan ödün vermeyeceğiz’

$
0
0

ACE’in 130 yıllık ABD’li bir sigorta devi Chubb’u 29 milyar dolara satın alması sonrası şirketin dünya genelindeki yatırımlarında birleşmeye yönelik bir değişim yaşanıyor. Söz konusu satın almanın altında ACE’in underwriting mükemmelliyetçiliğiyle, Chubb’ın müşteriye yönelik ürün gamının bir araya getirmek amacı olduğuna dikkat çeken Chubb Türkiye Genel Müdürü Emre Buğday, “Bu süreç Kıta Avrupası’nda çok hızlı bir şekilde ilerliyor. Elbette Türkiye’de de bunun karşılığını yakın zamanda göreceğiz” diye konuştu.
Emre Buğday, sigortacılığın tüm dünyada hızla değiştiğini belirterek, “Hayatın hızla değişimine paralel bir beklenti doğacak. Bu duruma hazır olmamız lazım. Durum böyle olunca, değişen beklentileri karşılayacak bir sigorta pazarı olması gerekiyor” dedi.
Chubb Türkiye Genel Müdürü Emre Buğday, Sigortacı Gazetesi’nin sektöre ve Chubb Türkiye’nin hedeflerine yönelik soruları yanıtladı.

Türkiye’de Chubb olarak yeni hedefleriniz nedir?
Chubb 130 yıllık Amerikan menşeli dünya devi sigorta şirketlerinden biri. ACE’in ise küresel pazarda 30 yıllık bir varlığı var. 29 milyar dolarlık Chubb satışı finans dünyasının en büyük satın almalarından biri. Bunun temel nedeni, ACE’in underwriting mükemmelliyetçiliğiyle, Chubb’ın müşteriye yönelik ürün gamını bir araya getirmekti. Bu süreç Kıta Avrupası’nda çok hızlı bir şekilde ilerliyor. ACE ve Chubb işe bakış açısından, müşteriye çözüm üretme ve underwriting temelli bir felsefe üzerinden ilerleme açısından birbirlerine çok uyumlu firmalardı.
Birleşim sürecinde en önemli kriter şu: Underwriting odaklı bir şirket olmaktan ödün vermeyeceğiz. Bunun sebebi de, sigorta sektörünün müşteri ihtiyaçlarına cevap vermek üzere kurulu olması. Müşteri ihtiyaçları da teknolojideki gelişmelerle beraber günlük olarak değişebiliyor. Biz, işte bu ihtiyaçlara doğru çözüm bulabilmeye odaklanmış bir şirket olduk ve olmaya devam edeceğiz. Bizim amacımız, geleneksel sigorta branşlarının yanında ve üzerinde olarak değişen çağın getirdiği yeni ihtiyaçları tespit edip, doğru risk yönetimi ortaya koyup, müşterinin ihtiyaçlarını anlayıp, buna göre ürün geliştirmek. Bunun yolu da underwriting bakış açısıyla, kendini işe adamış ekipleri sistem içerisinde tutabilmekten geçiyor. Şu ana kadar da Türkiye’de ACE hep böyle bir şirket oldu. Oto ve klasik sağlık diyebileceğimiz alanlar haricinde tüm alanlarda faaliyet gösteriyoruz ve müşterilerimize sigorta çözümleri sağlıyoruz. Bunun içine Chubb’ın kendi yapabilirliklerini, kaymak tabaka diyebileceğimiz çözümlerini ve yeni ürünlerini bulup Türkiye’ye getirmeye çalışacağız.

Yangın ve sorumlulukta dünyanın en büyüklerindensiniz. Türkiye’de ise diğer branşlarda neler yapmayı planlıyorsunuz?
Biz daha çok ihtiyacın ne olduğundan yola çıkarak çözüm üretmeye bakıyoruz. Dünyanın en büyük halka açık sabit kıymetler ve sorumluluk sigorta şirketiyiz. Türkiye’de değişen ortamla beraber, müşteri ihtiyaçları da değişiyor. Biz sorumluluk sigortalarında ihtiyaç olduğunu ve olmaya devam edeceğini öngörüyoruz. Bazı çevre sorumluluk gibi alanlarda aslında çok büyük bir ihtiyaç varken, biz, sigortacılar ve brokerler pazarı eğitmek için daha fazlasını yapmamız gerekiyor. Bu da risk yönetimi anlayışının ülkemizde yeterince  oturmamış olmasından kaynaklanıyor. Biz bunu bir fırsat olarak görüyoruz.
Dokunulmadığını gördüğümüz sorumluluk aslında çok büyük bir alan. Yakın gelecekte bu alanda daha da odaklanmaya başlayacağız. Ayrıca, dünyada siber riskler öne çıkıyor. Sadece şirketlerin değil, kişilerin de siber güvenliklerine dair büyük endişeler var. Biz bu alanda ciddi bir büyüme potansiyeli olduğunu düşünüyoruz. Siber güvenlik konusunda uzman ve çok iyi bir ekibimiz var. Burada müşterilerimize ve brokerlerimize yardımcı olabileceğimizi düşünüyoruz. Geleneksel diyebileceğimiz yangın ve mühendislik gibi branşlarda da aynı şekilde underwriting odaklı üretimimize devam edeceğiz.

KÂR EDEBİLEN SEKTÖR YATIRIM YAPABİLİR
Türk sigortacılık sektöründe gelinen durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye’de inanılmaz bir potansiyel var. 80 milyon nüfusu geçen bir ülkeyiz. Özellikle bireysel sigortalarda olmamız gereken yerin çok gerisindeyiz. Türkiye gibi orta ölçekli ekonomilere göre prim üretimimiz çok düşük seviyede. Dolayısıyla, almamız gereken çok yol var. Bunun için de lokomotif branşlar olan trafik gibi branşlarda sektörün kendine bir çözüm yaratması gerekiyor. Her sektörde olduğu gibi sigorta sektöründe de ana kriter kârlılık. Ortada bir yatırım var. Bu halin sürdürülebilir olması için şirketlerin az da olsa kâr ediyor olması gerekiyor. Bu soruna bir çözüm bulunacağına eminim.  Tarifelerde değişiklik yapıldı ve sigorta şirketleri rezervlerini toplamaya başladı. Artık Hazine’de sorunları görebilen bir yönetim var. Nokta atışlarıyla bu sorunları çözüp, hızla ilerleyeceğimizi düşünüyoruz. Burada büyük bir potansiyel olduğunu düşünüyorum.

CHUBB OLARAK YENİ ÜRÜNLER GETİRECEĞİZ
Sektörde yeni ürünler görecek miyiz ?
Türkiye’de sigorta sektöründe büyük bir eksik yok. Pek çok uluslararası şirketin getirdiği çözüm var. Biz şu anda Chubb’ın dünyada farklı çözümler geliştirdiği noktalara bakıyoruz. Şu an Türkiye pazarında ama bakış açısı değiştirilip başka bir bakış açısı getirilse belki daha pratik çözümler olacak. Şu an fırsatları araştırıyoruz ama ben mutlaka böyle ürünlerin çıkacağını düşünüyorum. Biz de elimizden geldiğince bu ürünleri Türkiye’ye getirmeye çalışacağız.

‘HEM İNSANA HEM DE MÜŞTERİYE YATIRIMA DEVAM’
Şu an Türkiye’de kaç çalışanınız var?
Yönetim olarak 38 kişilik bir ekibiz. Çözüm ortaklarımız var. Onlarla beraber bazı fonksiyonlarımızı hayata geçiriyoruz. Zaten merkezden aldığımız birçok destek var. Çok geniş ve kalabalık bir ekiple çalışmaktan ziyade kârlılık odaklıyız ve böyle olmaya devam edeceğiz. Kişilerin yarattığı katma değerleri iyi verimlilikte daha yüksek derecelere taşıyabileceğimizi düşünüyoruz. Verimsiz efor gün sonunda bir üretim getiriyor ama verimliliği kaybederseniz istediğiniz sonuçları kaçırabiliyorsunuz. Bu durum ekibimizi genişletmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Türkiye’ye yatırım yapmaya devam edeceğiz. Bu konuyla ilgili her gün yurt dışındaki meslektaşlarımızla ve ekibimizle görüşüyoruz. Sadece sigorta sektörü anlamında değil, Türkiye finansal anlamda da bölgesel bir merkez olma yolunda hızla ilerliyor. Dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında. Chubb olarak yatırım fırsatlarının çok açık olduğunu düşünüyoruz ve hem insana hem müşteriye yatırım yapmaya devam edeceğiz.


TSEV’in yönetici geliştirme programı başlıyor

$
0
0

TSEV, ilk kez bir Yönetici Eğitim programı düzenleyecek. Ocak 2017’de programa başlamayı hedeflediklerini söyleyen TSEV Müdürü Mehmet Kalkavan, eğitimin 69 saatlik bir program olacağı bilgisini verdi. Eğitimin akşamları verileceğini ve strateji yönetimi, değişim yönetimi, personelle ilişkiyi maksimum seviyeye çıkarma becerileri ile kriz yönetimi gibi birçok konuyu kapsayacağını aktaran Kalkavan, programla ilgili sorularımızı yanıtladı.

Yönetici eğitim programını ilk defa mı başlatıyorsunuz?
Bu program yeni dizayn edildi. Bize bunu ilk öneren halihazırda eğitmenimiz olan Mehmet Muratoğlu oldu, biz de kabul ettik. Kendisinin daha önceden, sektörün farklı kurumları için yönetim ve yöneticilerin kişisel gelişimlerine yönelik, üniversitelerle koordineli sertifika programları gerçekleştirdiğini biliyoruz. Sektörde aktif olarak çalışan veya emekli yöneticiler zaman zaman bazı konularda birikimlerini sektör çalışanları ile paylaşmak istiyor. Zaten benim görevim anlatmaya hazır olan kıymetli kaynak ile dinlemeye hazır diğer grubu bir araya getirmek.
Sonuç olarak güzel bir program tasarlandı, 69 saatlik bir paket olacak. Hedefimiz yönetici ve yönetici adayları. Katılımcıları yenilikçi yönetim anlayışının güncel konularıyla donatmak temel anlayışımız olacak.

‘PROGRAM SADECE SİGORTA ŞİRKETLERİNE YÖNELİK DEĞİL’
Sadece sigorta şirketlerine yönelik mi olacak?
Bu sektöre yönelik bir program, sigorta şirketleri özelinde değil. Sektörün bütün paydaşlarının yönetici ihtiyacını karşılamayı amaçlıyor. Gönül ister ki bir grup da sektörün diğer oyuncularından oluşturabilelim. O zaman isabetli olur. Mesela acente tarafının belki biraz daha pazarlama faaliyetlerine ilişkin yetilerinin geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Öyle ayrımlar yapılabilir, ama bizim böyle bir sınırımız yok.

Ne zaman başlamayı planlıyorsunuz?
2017 yılının ocak ayının sonunda eğitime başlamayı planlıyoruz.  Üç ay gibi bir sürede de tamamlamayı düşünüyoruz. Senede bir kere veya iki kere açılabilir, henüz kesin bir şey yok. Bu tip eğitimleri sık sık açamıyoruz, ama talebe göre değerlendirebiliriz.

İlk izleniminize göre programa talep var mı?
Aslında sigorta sektöründe böyle bir şey daha önce düzenlenmediği için talep olacağını düşünüyorum. Sektörün böylesine özenle hazırlanmış bir programa ihtiyacı olduğu kanısındayım. İhtiyaçla talep görme biraz farklı olabiliyor. Onu kestirmek biraz zor, ama bu yönetici programına ihtiyaç olduğu kesin. En azından bizlerin bu program için çok fazla emek harcadığımızı ve hassasiyet gösterdiğimizi belirtmek isterim.

Programda sadece üniversitelerden eğitim kadroları mı eğitim verecek, yoksa yöneticiler de eğitmenler arasında olacak mı?
Halihazırda görev yapan eğitmenlerimiz de olacak, hepsi üniversitede profesör değil. Hem çeşitli üniversitelerde konularında uzman ve özel sektör öğretim deneyimli öğretim üyeleri var. Hem de sigorta sektöründe önceden CEO’luk yapmış değerli  üst düzey yöneticilerimiz var. Her iki taraftan çok özel bir harmoni oluşturduk. Üniversite tarafından isimleri özenle belirlemeye çalıştık. Bununla beraber Erhan Dumanlı, Okan Utkueri, Mehmet Muratoğlu gibi isimler aslında sektörün de yakından tanıdığı isimler. Gayet faydalı bir program olacağını düşünüyorum.

Sizce bu eğitim sektörde bir şeyleri değiştirecek mi?
O kadar iddialı bir düşüncemiz yok. Biz genelde teknik alanda, yangın, reasürans gibi konularda eğitimler açıyoruz. Bu eğitimler, alan kişileri çok farklı bir yerlere getirmiyor. Amacımız her katılanı eğitim konusuyla ilgili olarak asgari bir tık yukarı taşımak.
Bu eğitim programında çok farklı ve eğitim sektöründe de yenilik olarak adlandırabileceğimiz bir uygulamayı daha işleyişin içinde değerlendiriyoruz. Eğitimin başlangıcında tüm adayların yöneticilik potansiyelini değerlendirmek amacıyla, günümüz yöneticiliğinde etkin olan dönüşümcü liderliğin gereklerinin neler olduğunun anlaşılması ve var olan liderlik potansiyelinin ortaya çıkarılarak en uygun profilinin oluşturulması amacıyla bilimsel bir teste tabi tutacağız. Böylece grubun eksikliği neyse konuları ona göre belirleyeceğiz, bazı konuların ağırlığını artırıp azaltabileceğiz. Şu an bir programımız var ama sınıfın bir konudaki yetkinliği çok yukarılardaysa katılımcıları o konuda çok sıkmayacağız. Eksik oldukları bir konu varsa krediyi oradan oraya kaydırabileceğiz. Sınırları belli ancak kendi içinde esnek bir program diyebilirim.
Bu program hazırlanırken yurtdışındaki benzer programlar da dikkate alındı, yaklaşık 8-9 aydır bunun üzerinde çalışıyoruz. Şirketin stratejisini yönetmek, kurumsal değişimi ve gelişimi yönetmek, personelle ilişkiyi maksimum seviyeye çıkarmak, kriz yönetimi gibi konuların yanı sıra kişisel gelişim ve profesyonel imaj, iş yaşam dengesi, aile -iş ve iş -aile çatışma yönetimi, iş tatmini ve kuruma bağlılık, tükenmişlik sendromunun anlaşılması ve aşılması gibi işletme yönetiminde son yılların en çok dikkat çeken konularına da yer veriyoruz. Ne olursa olsun, bu eğitimin önemli bir katkı sağlayacağına inanıyorum.

Bu eğitimi almanın bir ön şartı var mı?
Şirket yönetimi eğitimi alacak kişileri bize bildireceği için, bu konunun en iyi takdirini onlar yapar. Mesela siz belli bir seviyedeki bir kişiyi buna gönderebilirsiniz. Ama daha yeni uzman olmuş ancak geleceği parlak bir kişi varsa, siz ona geleceğin yöneticisi gözüyle bakıyorsanız; bu kişileri de programa katabilirsiniz. Sonuçta biz eğitim alacak kişileri tanımıyoruz, burada yapacağımız değerlendirme müfredatın nerelere odaklanması gerektiğiyle ilgili. Her şirket istediği kadar yönetici ve yönetici adayı gönderebilir. Belli bir kontenjanımız yok. 69 saatlik bir program. Kimi eğitmen üç saat, kimi eğitmen altı saat ders verecek. Bu sınıfları 3, 4, hatta 5 bile yapabiliriz. Yeter ki talep olsun. Bu sene sınıflarımızı da yeniledik, kapasitemiz %50 arttı. Yer sıkıntımız yok. Amacımız eğitim vermek, bu işi yapmaktan memnuniyet duyuyoruz.

‘SİGORTA BİLİNCİNE KATKI SUNMAK ÖNEMLİ’
TSEV olarak başka ne gibi çalışmalarınız var?
Sigortayla ilgili, sigortacıların tazminat ödemeyi çok sevmediği gibi yanlış bir kanı var. Bütün ticaret odalarına bir yazı yazdık. “Sigorta bir sözleşmedir, iki tarafın sözleşmesidir. Sigortalılar yani sizin taraftakiler bilgi eksikliği nedeniyle tazminatlarını alamama gibi bir durumla karşılaşıyorlar. Bu durum sigorta sektörüne de zarar veriyor. Gelin, temel sigortacılık ve sigorta hukuku bilgilerini üyelerinizle paylaşalım” dedik. Bu bağlamda biz 4-5 ticaret odasına gittik, onların seçtikleri konularda eğitimler verdik. Vakıf olarak sektörün gelişimine ve sigorta bilincinin artmasına bu tür katkılar sunmamızın önemli olduğunu düşünüyorum.

‘Acenteler sektörün gerçek aktörü olmaya devam eder’

$
0
0

Bu ay CEO’lar konuşuyor bölümümüze konuk olan HDI Sigorta Genel Müdürü Ceyhan Hancıoğlu, Türkiye’nin Talanx Grubu içinde büyüme potansiyeli olan dört ana pazar içinde yer aldığına dikkat çekti. Hancıoğlu, “Talanx’ın diğer dünya oyuncuları gibi her bölgede bulunma gibi bir merakı yok. Kârlı ve büyüme olanağı olan pazarlarda olmayı tercih ediyorlar. Önümüzdeki dönemde de bu politikada değişiklik olmayacak. Grup, ortaya çıkacak ilgi çekici fırsatları değerlendirmeye devam edecektir’’ sözlerine yer verdi. Hancıoğlu, sigortacılığın gidişatıyla ilgili de önemli açıklamalarda bulundu.

2016 nasıl geçti? 2017’de neler hedefliyorsunuz?
HDI Sigorta 2016 yılı dokuzuncu ay itibarıyla sektörde prim üretiminde 13’üncü sırada.
Bu sene özelinde ortalama prim artışıyla sene başında aldığımız pozisyon gereği, sektör büyürken biz trafik poliçe adedimizi ciddi anlamda düşürdük. Dokuzuncu ay sonuçlarına baktığımızda sektör toplamda %33.7 büyürken, HDI Sigorta %20.3 büyüdü. Bizim 13 puan geride olmamızın nedeni doğrudan trafik sigortasıdır. Çünkü trafik sigortası büyümesine baktığınızda bizim %32.7’lerde büyüdüğümüz trafik branşı, sektörde %104.7 büyüdü.
Sektör kadar biz de trafikte büyümeyi hedefleseydik sektörün üstünde bir oranda da genel büyümemiz olacaktı. Dolayısıyla bu bizim rahatsız olduğumuz bir konu değil, planladığımız, arkasında durduğumuz bir karardır.
Sektörün son dönemine baktığımızda belki trafik sigortasını da konuşacağız ancak şu andaki pozisyonumuz diğer paydaşlarda da olduğu gibi daha konforlu. Bugünkü trafik sektör ortalama prim seviyelerine baktığımızda artık para kazanma şansımızın daha fazla olduğunu görmeye başladık. HDI Sigorta olarak trafik sigortası yazmayacağız demiyoruz. Ancak istediğimiz işleri yazacağız. Müşteri ve segment bazında değerlendireceğiz. Kısacası serbest tarife neyi gerektiriyorsa, doğru müşteriye; doğru riske doğru fiyatı vererek trafikte büyüme hedefindeyiz.
Ama hedefimiz sektör kadar büyümek değil. Bizim tek kuralımız bu işi kârlı yürütmek. Arkadaşlarımızın yaptığı büyük veri analiz çalışması sayesinde hedeflediğimiz müşteriyi elde edebiliyoruz.
Bu da 2017 yılı için, sektör kadar olmasa da sektöre yakın bir şekilde, doğru trafik müşterisini içeri sokarak büyümemize katkı sağlayacaktır. Elbette ki bu işin üretim tarafı.
Bütün sermayedarlarda olduğu gibi bizde de hedef; sürdürülebilir kârlı büyüme.
Kârlılık tarafında belirlediğimiz hedeflere ulaştığımızı ve 2016 yılı sonunda da kârlılık hedefimize ulaşacağımızı hissediyoruz.

‘BU SEKTÖRÜN GERÇEĞİ ACENTEDİR’
Bizim de acente portföyümüzü rehabilite etmemiz gerekti. Yıllardır zarar ettiğimiz iş ortaklarımızla yollarımızı ayırdık. Hiçbir zaman bizim acente şirketi olma gerçeğimiz değişmedi ve değişmeyecektir.
Biz acente şirketi olduğumuzu her yerde ısrarla dile getiriyoruz, sermayedarımız da bunu söylüyor. Bu böyle de devam edecektir. Bu sektörün gerçeği acentedir.
%70 civarında acente kanalının etkili olduğu bir sektörde çıkıp aksini söylemek doğru olmaz. Dolayısıyla biz acente şirketiyiz. Bizim işimiz acenteyle. Biz yolumuza acenteyle devam edeceğiz, direkt satış da hiçbir zaman gündemimizde olmayacak.
Biz söylüyoruz ve söylediğimizi yapıyoruz, bu bizim farkımızdır. Acenteler için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız bunu da gerçekleştiriyoruz. Ben bu konuyu Antalya Acente toplantımızda da dile getirdim. Bize edilen teşekkürlerden de anladık ki, beklentilerinin çoğunu karşılamışız. Hâlâ eksiklerimiz olabilir, biz iletişimden yana bir şirketiz. Bu kanalda çalışacaksak, yapabileceğimizin maksimumunu gerçekleştirmek zorundayız.

TALANX INTERNATIONAL’IN DÖRT ÖNEMLİ PAZARI VAR
2017 yılına Talanx Grubu nasıl bakıyor?
2016’nın olağanüstü bir yıl olması hepimizi şaşırttı. Ülkemizin gerçeklerini anlatmak, tansiyonu düşürmek bize düşüyor.
Retail International’ın bir kolu olan Talanx Grubu’nun dört ana pazarı bulunmakta; Türkiye, Polonya, Brezilya ve Meksika.
HDI Büyük Acenteler Toplantısı’nda bu yıl hissedarımızın acentelerimize mesajı; ‘Yaşananlara rağmen buradayız. Yaşananlar geçicidir, biz Türkiye’ye ve potansiyeline inanıyoruz. Dolayısıyla biz tüm yaşananlara rağmen burada olmaya ve daha da büyümeye devam edeceğiz’ şeklinde idi.

‘TALANX KÂRLI BÜYÜMEYE ODAKLI’
Talanx’ın başka dünya oyuncuları gibi her yerde olma merakı yok. Kârlı ve büyüme olanağı olan pazarlarda olmayı tercih ediyorlar. Önümüzdeki dönemde de bu politikada değişiklik olmayacak. Grup, inorganik büyüme için de, ortaya çıkacak ilgi çekici fırsatları değerlendirmeye devam edecektir.

Siz üç yıldır yaptığınız yeniliklerle, sürdürülebilir kârlılıkta iyi bir duruma ulaştınız. Peki sektör genel kârsızlık sorununu nasıl aşabilir sizce?
Hatırlarsanız 2015’in aralık verilerine göre sektör zarar etti. 417 milyon civarında bir zararımız vardı. 2016 üçüncü çeyrek verilerine göre açıklanan sektör kârlılığı 993 milyon lira. Burada zararın kompozisyonuna bakmamız önemlidir. 2.38 milyar lira trafik zararı (2015/12), 2016 dokuzuncu ay verilerine göre 211 milyona düşmüştür. Aslında 9 ayda sadece trafik sonuçları değişmiştir, trafik zararı nispeten azalmıştır.
Trafik zararının etkisi azaldığı için sektör altıncı ayında kâr eder duruma geldi. Trafik pozisyonundaki gelişmeden dolayı sektör kâr etmeye başladı. Biz de trafikte kâr eder hale gelmeyi hedefliyoruz. İnancım önümüzdeki yıl trafiğin sektöre zarar etkisi epeyce azalacaktır.
Trafik ve genel sorumluluk branşı yıllar içinde düzeldikçe kâr oranı yükselecek.
Altı ay çok bir şey ifade etmese de gidişat iyi gözüküyor. Bundan sonra da negatif bir sonuç beklemiyorum.
Ancak hep uyardığım bir konu; sorumluluk branşını da en az trafik kadar hassas yönetmeliyiz. Eğer bu portföyü de trafik kadar hassas yönetmezsek başka bir tehlike geliyor demektir. Dar boğaza gelmeden bu sıkıntıyı yönetmemiz gerekiyor. Herkesin sabırlı olması gereken bir döneme girdik.
Tüm sektör paydaşları gibi bizim de psikolojimiz bozuldu. Sigortacının psikolojisinin bozulmaması gerekir. Riski alan sigorta şirketi. Riski taşıyan biziz ve çözüm odaklı olmalıyız. STK’lar, Hazine Müsteşarlığı, sigortalılar, acenteler, şirketler ve  aktüerler uygun platformlarda, rekabete uygun çözüm önerileri paylaşabilirler. Ben serbest tarifeye inanan bir yöneticiyim.

Oto Yedek Parça ve Servis Sertifikasyon Merkezi’nin (OSEM) başkanısınız. OSEM nasıl katkılar sağlayacak?
OSEM, TSB’nin dört ana projesinden bir tanesi ve amacı sektördeki hizmet kalitesinin artması. Daha bir senemizi doldurduk, yolun çok başındayız. OSEM’in yönetimine ve OSEM Genel Müdürü Bener Yıkılmaz’a da çok teşekkür ediyorum.
İnşallah çok güzel yerlere geleceğiz. Şu anda çok önemli konular işleniyor ve altı ay gibi kısa bir sürede çok ciddi bir yol katedildi.
Birkaç ay sonra bu konuda da çok ciddi bilgilendirmeler yapacağız. İyi bir performans gösteriyorlar fakat yıllardır hepimizin alıştığı bir düzen var.
Bunları bir anda değiştirmek çok kolay değil. Dolayısıyla önce sektöre fayda sağlayacağımızı iyi anlatmamız gerekiyor. Anlatma kısmı önemli ama anlatmak da yetmiyor. Biraz daha yol aldıktan sonra çıkıp bütün sektörden destek isteyeceğiz.
Bu sektörde hasar maliyetlerinde ciddi tasarruflar yaratacak bir şirketi konuşuyoruz. Ama anlatmak için zaman lazım. Herkesi ikna etmek zor, bunun için zamana ihtiyaç var. Alışılmış düzenlerin aksine daha iyi olduğumuzu anlatmamız için zaman gerekiyor.
Arkadaşlar önce eğitimle girelim dediler. Uzmanlarla birlikte çok kısa sürede eğitimler organize ettiler. Sektörden de önce eğitimle destek vermelerini rica ettik.
OSEM’in organize ettiği bir eğitimde bize destek olun dedik. Sağ olsun desteklediler.
OSEM ile sektör lehine çok güzel işler yapacağız. Bunun için de zaman, efor ve kaynak lazım.

Doğrudan Tazmin Sistemi’ni nasıl değerlendiriyorsunuz?  
Doğrudan Tazmin Sistemi aslında sektörün çoğunun kabul ettiği bir sistem. Dünya uygulamalarına baktığımızda da çoğunlukla başarılı olduğunu görüyoruz. Tabii kötü örnekler de var. Bazı marketlerde şirketlerin zorlanmasına da sebep olmuş. Ama çoğunluğa baktığımızda başarılı olmuş bir sistem görünümünde. Bizim sektörümüzde de buna teveccüh gösteriliyor, bir sıkıntı yok. Fakat tereddütler şurada ortaya çıkıyor:
Bu, yıllarca konuşup da aksiyon alamadığımız bir proje. Ama sonuçta bugün geldiğimiz noktada, henüz trafik sigortalarında tarife sisteminin gündemde olduğu bir ortamda DTS’yi konuşmak mümkün değil. Uzun süre bekledik, biraz daha bekleyelim, öncelikle trafik konusu taraflara en faydalı şekilde çözülsün düşüncesindeyiz. Herkesin içine sinen bir sistemle devam edelim. O yüzden birkaç sene erteledik.

Son dönemlerde kârlı bir alan haline gelen kaskoda nasıl bir trend bekliyorsunuz?
Son üç yıla baktığımızda, kasko, sektörün tüm oyuncularının para kazandığı bir alan. Sektörün çoğu oyuncusunun hâlâ kâr etmeyi becerebildiği bir branş. Biz şirket özelinde de bu konuda iddialıyız. Kaskonun, bizim kârlılığımıza katkısı büyük. Trafiğin verdiği zararın tedavisinde en büyük rol kaskonundur.

Hayat branşında gelecekte faaliyetiniz olacak mı?
Hayat branşı konusunda bir tecrübe yaşadık. Kısa vadede böyle bir niyetimiz yok.

HANCIOĞLU, ÖNCELİKLERİNİN HER ZAMAN ACENTELER OLDUĞUNU VE DİREKT SATIŞIN GÜNDEMLERİNDE OLMADIĞINI SÖYLEDİ.

‘SADECE FİYAT ODAKLI OLMAMALIYIZ’
Marka bilinirliği nasıl artırılabilir?
Sektör olarak yıllardır yanlışımız sadece fiyata odaklanmak. Ama sektör bunun farkına vardı. Oyuncuların tümü hizmet farklılaşmasına odaklandı. Biz de birkaç projeye girdik. Bunlardan biri ‘Hızlı Destek İstasyonu’dur. 2014 Eylül’ünde bu projeyi hayata geçirdik. Yaptığımızın doğru olduğunu da görüyoruz. Burada tek başardığımız hasar maliyetlerini düşürmek değil, müşteri memnuniyetini de artırmak. Bizim tek yapmamız gereken, istasyon sayımızı artırmak olacaktır.
Dağıtım kanallarına sözümüzdür, öncelikle Avrupa yakasına bir tane, Anadolu’nun diğer illerinde de birkaç tane daha açma planımız var.
Marka bilinirliği için yapmanız gereken fiyatlarla oynamak değil, hizmet farklılaştırmasıdır. Bizi diğer şirketlerden farklı tarafımız, spora yoğun destek sağlayan bir şirket olmamız. HDI Sigorta olarak kendi kapasitemizi zorlayarak spor alanında bir yer edindik. Spor camiasından da bize her gün bu konuyla ilgili talepler geliyor. Farklı kulvarlarda farklı temsilcilere desteğe devam ediyoruz. Marka bilinirliğimizle ilgili ise sokaktan çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Nasıl mutlu olacaksak öyle davranıyoruz esasında. Bunu yansıttığımız zaman da tepkiler olumlu ve daha sıcak oluyor.

‘ACENTE ŞİRKETİYİZ’
Broker, bankasürans gibi alanlarda çalışmalarınız var mı?
Biz acente şirketiyiz. Böyle de olmaya devam edeceğiz. Ama hayatın gerçekleri var. Şirketin sağlıklı bir bilançoya sahip olması için alternatif kanallara da ihtiyacımız var. Bu, işin doğasından kaynaklanıyor. Ama bu acente şirketi olma gerçeğimizi değiştirmeyecek. Brokerlerle de, bankalarla da çalışacağız. Bu bizim konsantrasyonumuzu değiştirmeyecektir.

‘BİZ İLETİŞİME SONUNA KADAR AÇIK BİR ŞİRKETİZ’
Ceyhan Hancıoğlu, “Biz sıcak bir şirketiz. Dokunan bir şirketiz. İletişime sonuna kadar açık bir şirketiz. Dolayısıyla bu yapı devam edecek. Bizim farklılığımızın ya da bizi başarıya götüren detayın bu olduğunu düşünüyorum. Sonuçta  bu şirket benim evim. Bu ailenin parçası olmak ise çok özel. Mesai arkadaşlarım ve iş ortaklarımız ailemizin üyeleri.Biz çok şükür keyifli ve huzurlu bir aileyiz” sözlerine yer verdi.

HDI SİGORTA GENEL MÜDÜRÜ CEYHAN HANCIOĞLU, 2020 YILINDA HEDEFLERİNİN PRİM ÜRETİMİNDE İLK BEŞ ŞİRKET ARASINA GİRMEK OLDUĞUNU SÖYLEDİ.

Yakup Sayar – Merve Kuvvet
yakup@sigortacigazetesi.com.tr
merve@sigortacigazetesi.com.tr

Başarı müşterilerimizin tecrübelerinde saklı

$
0
0

Mapfre Sigorta CEO’su Alfredo Muñoz, İstanbul’un mutlu olunacak bir şehir olduğunu söyledi. Trafik sigortası fiyatlarında zarar edilen eski fiyatlara dönmenin mümkün olmayacağını ifade eden Muñoz, trafik kazalarını azaltmak için gelişmiş ülkelerin örnek alınmasını istedi.

Önce İstanbul’la başlayalım. Bu kenti nasıl buldunuz, alışabildiniz mi İstanbul’a?
İstanbul çok güzel. Aslında İstanbul’la 15 yıldan uzun süre önce tanışmıştım, bence dünyada bu şehrin güzellikleri, rahatlığı ve alışveriş fırsatlarıyla yarışabilecek çok az şehir var; ayrıca burası çok dost canlısı bir yer, insanlar çok nazik ki bu yaşamaya başlayınca daha da önemli hale geliyor. Bu benim ilk yurtdışı tecrübem değil; bu tabii ki daha kolay uyum sağlamama yardımcı oluyor, ama İstanbul mutlu olunacak bir şehir.

Kentin kaotik ortamı ve trafiği nasıl etkiliyor sizi?
Evet trafik İstanbul için ciddi bir sorun, ama global ölçekte baktığınız zaman durum o kadar da kötü değil. İşim ve evim birbirine yakın olduğu için özellikle yoğun zamanlarda durum benim için biraz daha basit hale geliyor, ama yine de trafik sebebiyle bütün hareketlerinizi oturup önceden planlamanız gerekiyor.

Trafik sigortalarının geleceğine ilişkin beklentileriniz neler?
Müşteriler sigorta fiyatlarının arttığını görünce kızmakta haklılar, ancak onların işin teknik detaylarının içerisinde olması mümkün değil. Onlara bu artışın arkasındaki nedenleri açıklamak acentelerin, şirketlerin, yetkililerin ve sektörde etkin rol oynayan herkesin ortak sorumluluğu.

‘TRAFİK İYİ ANLATILMALI’
Bu artışın pek çok farklı nedeni var. Birincisi daha önce piyasada çok düşük fiyatlar vardı ve bu fiyatlar gerçekçi değildi. Bu, sektördeki bütün oyuncuların ortak olarak yaptığı bir hata. Diğer etkenler düzelse bile bu fiyatlara geri dönülmesi pek mümkün değil ne yazık ki.
Bir de hasar tutarlarında gelişmeler oluyor, ilerleyen dönemde enflasyon ve olağandışı hareketliliklerin doğurduğu maliyetleri de ödememiz gerekecek. Örneğin asgari ücret artışları ve döviz kur oranları maliyetlere ciddi anlamda yansıyacak. Şu anki hukukî çerçeve gelişiyor, ama hâlâ üzerinde çalışılması gerekiyor, yeni düzenlemeler hasar tutarlarındaki ciddi belirsizlikleri ortadan kaldırmak zorunda. Ve en önemlisi çok fazla kaza oluyor, buna alıştık, ama bu sosyal olarak kabul edilebilir değil. Uzun vadede bu bir gelişim noktası; hem eğitim hem de yaptırımlarda ilerlemeye ihtiyaç duyulacak. Diğer ülkeler bu konuyla ilgili olarak bu şekilde ilerledi ve sonuçları bunun doğru yol olduğunu gösteren önemli bir kanıt niteliğinde.

‘MAPFRE BÜYÜMEYE DEVAM EDECEK’
Hızla büyüyen bir şirketin başına geldiniz, bu büyüme devam edecek mi? Alfredo Muñoz bu şirkete nasıl bir yörünge çizecek?
Mapfre Türkiye’de çok başarılı bir şirket; çok kalifiye bir ekibimiz, çok profesyonel bir dağıtım ağımız, verimli ve kaliteli bir müşteri hizmetlerimiz var. Sahip olduğumuz bu değerlerle yolumuzda başarılı bir şekilde ilerlemeye devam edeceğimizden şüphem yok. Bizim için başarı yalnızca büyüme olmamalı, bunun yanında başarı; üstün müşteri hizmetleri, paydaşlarımıza sağladığımız katma değerdeki artış ve topluma mümkün olan en yüksek oranda katkı sağlamak olarak tanımlanmalı.

Brokerler, bankasürans ve internet üzerinden satış konularındaki değerlendirmeleriniz ve beklentileriniz nedir?
Bizim müşterilerin tercihlerini sorgulamak gibi bir hakkımız yok, bize istedikleri her kanaldan ulaşabilirler. Asıl zorluk müşterilerin her zaman doğru şekilde korunabilmesi, özgürce karar verebilmeleri, bilginin yeterli ve aracılık maliyetlerinin makul olması, bunları sağlayabilmek için keskin kurallar olmalı. Her kanalın etkin rolü olduğu farklı hedef kitleye sahip müşterileri vardır. Uzmanlığımız ve servislerimiz sayesinde şirketimiz brokerler arasında oldukça iyi karşılanıyor.

‘DİJİTALDE PAYDAŞLARIMIZA DESTEK VERECEĞİZ’
Dijital alandaki gelişmeler sigortacılığı nasıl etkiliyor, ileride ne gibi sonuçları olacak? Mapfre Sigorta olarak dijital alanda ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
Dijital gelişmeler hali hazırda bütün süreçlerimizi etkilemeye başladı ve ileride bütün pazarı değiştirecek. Esas etki internetten satış yapmaktan çok bu mecrada müşterilerimize sunduğumuz hizmetlerde görünecek. Müşteri ihtiyaçları değişecek, örneğin sürücüsüz araçların primleri ne kadar olacak? Ya da bu arabaların kaza yapması halinde kim suçlu olacak?
Biz Mapfre olarak grup seviyesinde pazarları izliyoruz ve bu izleme sonuçlarına göre hedeflerimizi belirleyip aksiyon planları yapıyoruz. Bu lokal bazda uygulanmaya başladığı zaman acenteler gibi kilit paydaşlarımızı bilgilendirerek onları da bu sisteme sokacağız ve adaptasyonu sağlamaları için onlara destek olacağız.
Ancak dijital dünyayı bir tehdit olarak görmeyelim, bu hepimiz için daha iyi ve kârlı bir fırsat olabilir. Yeni ekonomi bazı devasa şirketlerin yok olduğunu, yerlerine yenilerinin yükseldiğini gösterdi. Bu yeni galipler genelde hızlı, müşterilerini dinleyen ve zamanın ihtiyaçlarına göre düşüncelerini değiştiren şirketler. Bu yetkinliklere sahip olarak biz de kazananlardan olabiliriz.

Şu anda sigorta pazarında hizmet veren şirketlerin çoğunluğu küresel şirketler. Sizce bu şirketlerin pazara etkisi nasıl oldu?
Global şirketler, yerel şirketlere oranla daha iyi ya da daha kötü değiller. Zaman zaman global şirketler daha fazla kaynağa sahip olabilir, ama asıl önemli olan bu kaynakların nasıl yönetildiği. Mapfre İspanpya’da her zaman çok uluslu büyük bir şirket değildi İspanya’da, inovatif bir şirketken en iyi uluslararası şirketler tarafından denetlenmesiyle ilerledi. Bunu diğer örnekler için de söyleyebilirim, önemli olan kim olduğundan çok nasıl ilerlediğin.

‘TÜRKİYE YABANCI BİR PAZAR DEĞİL’
Aklımızdan silmemiz gereken şey Türkiye’nin farklı bir pazar olduğu, bizim tecrübelerimiz diğer ülkelerde yaşadıklarımızla oldukça paralel. Ancak bu şekilde yabancı insanlar burada bir rol üstlenip lokal firmalar gibi buraya gelip değerli tecrübelerini aktarabilirler. Yönetimsel yetkinlikler evrenseldir. Bu yüzden tabii ki Türk yöneticiler de yurtdışında şirketler yönetebilirler. Bunu yakın zamanda bizim grubumuz içinde göreceğime eminim.

Global şirketler, küresel pazardaki deneyimlerini Türkiye pazarına yeterince yansıttı mı? Türk sigorta pazarına sunulan yeni ürünler konusundaki değerlendirmeniz nedir?
Global pazarlardaki tecrübeler faydalıdır ve uluslararası şirketler bu tecrübelerden faydalanabilirler, ama bu tecrübeler farklı kaynaklardan da edinilebilir ve hayal gücü sadece dünyadaki belirli ülkelere zimmetlenmiş değil. Biz kendi yerel değerlerimizi yaratabiliriz, tek ihtiyacımız olan yetenekli insanlar.

Türkiye’de 13 zorunlu sigorta uygulaması bulunuyor, ancak trafik ve zorunlu deprem sigortası dışındaki alanlarda poliçe adedi çok düşük. Zorunlu sigortalar konusundaki yaklaşımınız nedir?
Zorunlu sigortalar özel alanlarda belirli sorumlulukları kapsayan niş ürünler. Prensip olarak ben çok fazla zorunlu sigorta olmasına karşıyım. Müşterilerin ihtiyaçları doğrultusunda onlara özel ürünler sunan özgür bir pazara sahip olmalıyız. Aracı kuruluşlar ihtiyaçları belirlemeli ve üzerimizde herhangi bir kurumun yönlendirmesi olmadan dahi bize bilgi aktarmalılar.

Türkiye’de sorumluluk sigortalarının geldiği noktayı ve geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu daha fazla gelişim göstermesi gereken bir alan. Modern sigortalar genellikle direkt ya da dolaylı olarak etkilenen 3. şahısların hasarlarını karşılama odaklıdır, hayatımızı ya da varlıklarımızı etkileyebilecek, hayal etmesi bile çok zor olan birçok risk var, ancak bizler müşterilerimizin hayatını kolaylaştırabilmek için uygun paketler çıkartmalıyız.

MUÑOZ; “Hayal gücü sadece dünyadaki belirli ülkelere zimmetlenmiş değil. Biz kendi yerel değerlerimizi yaratabiliriz, tek ihtiyacımız olan yetenekli insanlar” dedi.

‘TSS’Yİ PAZARA İYİ SÜREMEDİK’
Türkiye’de tamamlayıcı sağlık sigortasının öncüsü oldunuz. Tamamlayıcı sağlık sigortasının sektöre katkısı ne oldu?
Bence Tamamlayıcı Sağlık Sigortası hâlâ başlangıç seviyesinde. Kâğıt üzerinde güzel bir fikir, ama sektör olarak bu ürünü pazarda konumlandırmayı başaramadık. Bu ürünün hedef kitle için ilgi çekici olabilmesi adına teminatları ve ücretleri tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor.
Sosyal sağlık sistemleri sürekli artan talepten ötürü zor durumda kalıyor, bu yüzden er ya da geç yeni bir çözüm sunulması gerekecek. Türkiye genç bir nüfusa sahip, ama bu sonsuza kadar böyle olmayacak, bu şartlar altında “Kazan kazan” çözümünün bulunması için yetkililerle ortak bir yaklaşım geliştirilmesi gerekiyor.

‘HAYAT SİGORTASININ GELECEĞİ PARLAK, SADECE BES YETMEZ’
Hayat sigortaları ve BES konusundaki değerlendirmeniz nedir? MAPFRE Yaşam Sigorta’yı yeniden canlandırmayı düşünüyor musunuz?
Hayat sigortasının Türkiye’de parlak bir geleceği var. Bu branşın Türkiye için olmadığına inanmıyorum, aynısı farklı Akdeniz ülkeleri için de söylenmişti.
Emeklilik iyi bir alternatif olabilir ama bunun pazarlamak için tek doğru ürün olduğuna inanmıyorum. Yerel nüfusun geneli için emekli olmak çok uzak bir gelecek. İnsanlara orta vadeli tasarruf modelleri de sunmamız gerekiyor. Türkiye’nin fonlamaya ihtiyacı var ve bu sadece emeklilikle sağlanamaz.
Yeni gelişmelerimiz hayat dışı alanda olsa da MAPFRE Yaşam tamamen aktif bir şirket. Müşterilerimize bütünleyici anlamda bakmamız gerekiyor ve bu düşünce biçiminin içerisinde MAPFRE Yaşam her zaman rol sahibi olacak.

‘PAZARIMIZ FIRSATLARLA DOLU’
Eklemek istediğiniz konular veya sektöre vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Belirtmem gereken en önemli konu; sektör içerisindeki bütün oyuncularla çok yakın ilişki içerisinde olmak istediğimiz, özellikle de aracılarımızla karşılıklı güvene dayalı ilişkiler kurmak istiyoruz. Böylesine fırsatlarla dolu bir pazarı geliştirmek için hep beraber çalışmalıyız, bunu yapmamak haksızlık olur.
Örneğin hizmetlerimizin gelişimi için kilit öneme sahip müşteri datalarının bir sır olarak saklanmasını çok garip karşılıyorum, müşterilerimizi birer birey olarak görüp o şekilde davranmamız gerekiyor, onları tanımalıyız, hissetmeliyiz, onlarla iletişim halinde olmalıyız. Ortak başarımız onların tecrübelerine bağlı olarak şekillenecek.

‘Acenteler anahtar olmaya devam edecek’
Acenteler, halen sigorta sektörünün en önemli dağıtım kanalı. Peki bu dağıtım kanalının geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Tabii ki acenteler bu sektördeki anahtar oyuncular ve öyle kalmaya devam edecekler. Dünyanın her yerinde acenteler sosyal bir rol üstleniyorlar ve bu Türkiye’de de böyle. Acente tanımının altında pek çok farklı detay yatıyor; büyük olanlar, küçük olanlar; geniş portföye sahip olanlar, belli alanlarda uzmanlaşmış olanlar, geleneksel olanlar, inovatif olanlar ve hepsinin farklı problemleri var.
Günümüzde her alanda olduğu gibi pazarlar da çok hızlı değişiyor ve bizi daha iyi olmak için zorluyor. Hiç kimsenin geleceği garanti altında değil; ne sigorta şirketlerinin, ne de acentelerin, ama inanıyorum ki profesyonel, müşterilerine değer veren ve prensiplerine bağlı iyi acenteler başarılı olacaklar.

Son dönemde acente komisyonları en önemli tartışma konusu, bu konuda acentelere mesajınız ne olacak?
Komisyonlar her zaman tartışma konusu, acentelerin kazancı ve herkes kendi kazancı ile ilgili olarak endişe duyar, bu yeni bir şey olmadığı gibi sadece Türkiye’ye özgü bir şey de değil. Ama hepimiz mantıklı olmalıyız, pazar fiyatları çok kolay yükselemez ve bizler müşterilerimizi onlara kattığımız değerin çok üzerinde olan fiyatlarla suistimal edemeyiz. Bu durum hem sigorta şirketleri hem de acenteler için geçerli.
Sigorta şirketlerinin açıkladığı sonuçları olumlu değil. Bu şartlarda şirketlerin ekstra maliyetleri karşılayabilecek yapıları yok. İlerlememiz gereken yol daha farklı; pazarımız ve müşterilerimiz yeterince sigortalı değil, onlara daha geniş kapsamlı servisler sunmalı ve onlara daha etkin hizmet vermeliyiz. Bu şekilde topluma katkıda bulunurken daha fazla kazanabiliriz. En iyi acenteler %1 daha fazla komisyon için uğraşmazlar, onlar genelde sizin zayıf olduğunuz alanları ortaya çıkartarak, müşterilerinin menfaati için bu alanlarda gelişme kaydetmenizi isterler. Bu şekilde müşterilerini korurlar ve çapraz satış yapabilirler.

Meral Öztürk- Emin Özcan
meralozturk@sigortacigazetesi.com.tr
emin@sigortacigazetesi.com.tr

‘InsurTech’le küçük balık büyük balığa kafa tutuyor

$
0
0

Sigorta sektörü dünya çapında olduğu gibi ülkemizde de son 10 yılda yeni atılımlara ve iş modellerine sahne olmaya başladı. FinTech (finans teknolojileri), sektörün fark edemediği ya da dokunamadığı fırsatlardan faydalanılması noktasında büyük avantaj sağlıyor. Bunun için sigorta şirketleri tarafından FinTech’e ayrılan kaynaklar da artış gösteriyor. İşin sigorta tarafı InsurTech de (sigorta teknolojileri) inovatif olmak isteyen sigorta şirketleri için nasıl yaklaştıklarına göre hem büyük fırsat hem de büyük risk teşkil ediyor. Sigorta sektörünü derinden etkilemesi beklenen finans teknolojilerini ve InsurTech’i Türkiye’de konuya en hakim isimlerden FinTech İstanbul’un kurucu ortağı Prof. Dr. Selim Yazıcı’ya sorduk.

Ülkemizde finansal teknolojilerin geldiği noktayı ve gelişme sürecini değerlendirir misiniz?
Süreç aslında 2000 yılında yaptığımız bir araştırmayla başladı. Araştırmanın konusu sigortanın internet üzerinden Türkiye’de ne derece satılabileceğiydi. Bu dönemde yurtdışında online satış işlemleri yapılabiliyordu ancak Türkiye için daha çok erken olduğunu gördük. Bu araştırmada elde ettiğimiz sonuçları da kitaplaştırdık ve yayınladık.
Bu araştırmanın üzerinden geçen 16 yılda dünyada finansal hizmetler sektöründe çok hızlı bir ilerleme oldu. Bankaların öncü olarak gittiği bu alanda sigorta sektörü arkadan geliyor ancak, her ne aşamada olursa olsun sigorta sektörünün çok önemli bir yeri var. Finansal sistemin içinde fonu çeken sigorta şirketleri. Fonu kullanan taraf ise bankalar. Dolayısıyla, dünyada büyük sigorta şirketleri ve bu şirketlerin etrafında çalışan bankalar varken, ülkemizde süreç tam tersi şekilde işliyor. Büyük bankalar ve etrafında çalışan sigorta şirketleri var. Bu biraz Türkiye’nin yapısıyla ve sigorta sektörüne nasıl baktığımızla ve finansal okur yazarlığımızla ilgili.
Bankacılıkta ise durum daha farklı. Bankacılıkta biz oldukça ilerideyiz. Öyle ki; Türkiye’deki pek çok hizmeti ve süreci yurtdışında gidip anlatabiliyoruz. Özellikle Avrupa ve ABD’de Türkiye’den anlatılan birçok başarı hikayesi var, düzenlenen yarışmalarda alınan ödüller bulunmakta. Bankacılıkta bu kadar ilerlemişken sigortacılıkta neden durum farklı? Buna bakmak gerekiyor.

FinTech İstanbul olarak bu konuda ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?
2016 yılının başında Bankalararası Kart Merkezi (BKM)’nin desteği ile FinTech İstanbul adıyla yeni bir platform oluşturduk. Bu platformun amacı, Türkiye’de bütün finansal hizmetler sektöründe faaliyet gösteren girişimlere bir buluşma platformu, bir kapı olmak.
Tüketici özellikle bazı alanlarda bankadan hizmet almak istemiyor. Hem süreçler karışık hem de maliyetler yüksek. İnsanlar daha basit ürün ve hizmetler almak istiyorlar. Bunu yapabilecek yapılar da tüm dünyada kendini gösteren startup’lar. Bankalar bu oluşumları bazen bir risk unsuru olarak görebiliyor. Bizim buradaki yaklaşımımız, finansal hizmetlerde faaliyet gösteren şirketler ve bankalarla bu startup’ları, yani FinTech’leri buluşturmak. Tarafları buluşturabildiğimiz zaman da rekabet edince değil, beraber çalışınca daha farklı ürün ve hizmetleri geliştirebileceklerini anlatmak istiyoruz.
Startup ekosistemi dünyada çok ileri vaziyette. Türkiye’de finansal hizmetlerdeki FinTech startup’larının sayısı yaklaşık 120 civarında. Yabancı ülkelerde bu sayı çok daha yükseklere çıkıyor. Biz, öncelikle FinTech’lere ekosistemi tanıtmak ve onları bilgilendirmek istiyoruz. İlk olarak FinTech’in ne olduğunu anlatıyoruz. İkinci olarak da hukuki ihtiyaçları anlatıyoruz. BDDK ve devletin üst düzey finansal kuruluşları ile ilgili çalışmanız gerekiyor. İşin siber güvenlik tarafı da var. Bu işlemlerin büyük bir kısmı mobil üzerinden geçeceği için farklı altyapılara ihtiyaç var. Bilginin ne kadarının paylaşılabileceği, ne kadarının depolanacağı gibi bilgileri eğitimlerde verdik. Eğitimlerimize bankalar, yatırımcılar ve finansal hizmet sektöründe faaliyet gösteren birçok startup katıldı. Ekosistemin tümünü bu şekilde bir araya toplamış olduk.
Aynı zamanda FinTech alanında dünyada ilk 10’da olan isimleri konuşmacı olarak çağırıyoruz. FinTech alanında önde gelen yazarlardan Chris Skinner’ı çağırdık. Geçtiğimiz günlerde de David Birch’ü çağırdık. Kendisiyle dijital kimlik konusunu ve blockchain’i tartıştık.
Diğer taraftan, Türkiye’de FinTech konusuyla ilgili bir kaynak da yok. Bu alanda da çalışmalar yaptık ve kitaplar bastırdık. Aynı zamanda FinTech konusunda toplantılar düzenledik ve buralara konuşmacı olarak katıldık.

Sektörün InsurTech konusunda bilgisi ve iştahı ne seviyede?
Türkiye’de InsurTech konusu daha çok yeni. Sektöre anlattığınızda bazıları şaşırıyor, bazıları da kabullenemiyor, çünkü InsurTech aracıyı ortadan kaldıran bir sistem. Bu yapı, uzun sürede sigorta şirketlerini bile ortadan kaldırabilir. Sigorta şirketine ihtiyaç duymadan, sadece lisans alarak yapabileceğiniz işler var. Dünyada, fiziksel bir merkezi olmadan tamamen dijital bir sistem üzerinden bankacılık lisansını kullanarak tamamen mobil bankacılık yaptıran şirketler var. Bu şirketlerin verdiği hizmetler arasında kişiden kişiye para göndermek bile var. Startup’lar finansal hizmetler sektöründe insanlar için sıkıntı yaratan noktayı bulup çözüyor. Komisyon vermek, kuyruk beklemek gibi pek çok sıkıntıyı ortadan kaldırıyor.

SİGORTA ŞİRKETLERİ DE STARTUP’LARA HAZIR OLMALI
Sigortacılıkta dünyanın en büyük InsurTech’lerini ABD, İngiltere, Almanya ve Hollanda’da görmek mümkün. Bu startup’lar çok büyük hacimli işler yapıyor. Hatta reasürans şirketleri bile InsurTech atılımı yapıyor. Dünyada gelişmeler bu kadar yoğunken, ülkemizde sektörün gelişimine paralel olarak InsurTech konusu çok zayıf. Bu süreç dijitalleşme ile çok yakından ilişkili. InsurTech’e sigorta şirketleri ve startup’lar açısından olmak üzere iki yönden bakmak gerekiyor. Sigorta şirketlerinin de startup’lar için hazır olması gerekiyor.
Yurtdışında InsurTech konulu birçok etkinlik görmek mümkün. Etkinlikler genellikle konferans ve yatırımcı sunumları şeklinde gerçekleşiyor. Buralarda pek çok startup’la tanışmanız mümkün. Startup’lar büyük oranda paylaşım ekonomisi modeli kullanılıyor. Örneğin; bisiklet kullanıyorsunuz ve Facebook grubunuzda 300 kişilik bisiklet kullanmayı seven bir ekip var. Tek başınıza gidip bisikletinizi sigortalatamıyorsunuz. Sigorta şirketine 300 kişi giderek bisikletlerinizi sigortalamak istediğinizde ise durum değişebilir. Durum değişmiyorsa da bir startup çıkarak, bu işi üstleniyor. Yani kalabalığın gücünü arkasına alıyor.

Finans teknolojileri şirketlere ve son kullanıcıya ne gibi avantajlar sunuyorlar?
Aslında Babil döneminde sigorta sistemi nasıl çalışıyorsa, InsurTech startup’ları da bu şekilde çalışıyor. Kendi havuzunuzu kendiniz oluşturuyorsunuz ve risk meydana geldiğinde hasar buradan ödeniyor.
Sistem bir günde oluşmadı. Dünyadaki dijitalleşme gelişmeleri beraberinde getirdi. Özellikle sigortacılık alanında pek çok olanak var. Bunlardan biri de IoT, yani nesnelerin interneti. Giyilebilir teknolojilere uygulanabilir kısmı çok önemli. Taktığınız saat attığınız adımdan, nabzınıza kadar sizinle ilgili tüm sağlık verinizi toplayabiliyor. Sigorta şirketleri günümüzde buradan elde ettikleri veriyi kullanabiliyor ve verileri değerlendirip, size özel bir poliçe oluşturabiliyor.
Diğer tarafta, telematik uygulamaları var. Telematik uygulamalarında, araç verilerini toplayan bir cihaz araçlara takılıyor. Bu cihaz sürüşle ilgili verileri topluyor.
Hasar tespitinde ve ekspertiz süreçlerinde kullanılabilecek bir sistem de drone’lar. Özellikle, ulaşılması zor ve riskli bölgelerde hasar tespit ya da ekspertiz çalışması yapılacaksa, drone’lar bölgeye uzaktan gönderilebiliyor. Başka bir uygulama ise, kamera uygulamaları. Bugün satış temsilcilerinin elinde şirketleri tarafından verilen tabletler var. Tabletlerin kamera özelliğini kullanarak bulunduğunuz mekana anında ekspertiz yapabiliyorsunuz.
Diğer bir ortam da ödeme sistemleri… Aslında kart ile ödeme sistemleriyle Türkiye çok önceden tanıştı. Dijital cüzdan konusunda gelişmiş uygulamalarımız var. BKM Ekspres bunlardan bir tanesi. Bu sistem ile ödeme alınması anında gerçekleşebiliyor. Sigorta şirketlerinin bu tarz entegrasyonları vasıtasıyla müşteriden poliçe miktarını anında çekebileceğiniz gibi, hatırlatma ekleyebiliyor ya da otomatik ödeme yaptırabiliyorsunuz.
Telematik uygulamaları tarım alanında da kullanılabiliyor. Çiftçinin sulama maliyetlerini düşürecek çözümler üretmek çiftçinin ürünü korumasına yönelik çalışmalar yapmak mümkün. Bu teknolojiler sanki son kullanıcıya yönelikmiş gibi gözükse de, sigorta şirketinin ödediği hasarları da azaltıyor. Makro ölçekte ise reasürörün yükünü azaltıyorsunuz. Dolayısıyla, sadece ülke ekonomisine değil, dünya ekonomisine de katkısı oluyor.

Bu teknolojilerin yaygınlaşması acenteleri nasıl etkileyecek?
Sigortacılık genelde aracıyla büyüyen bir sektör olduğu için konuşulanlar karşısında kendini farklı bir konumda hissedebiliyor ve karşı çıkabiliyor. Acentelere yönelik de pek çok uygulama var. Acenteler sanki bir para toplama merkezi gibi çalışmayıp, bilgilendirme ve danışmanlık yapan yapılara dönüşebilirler. Bu kârsız bir alan değil. Burada acentenin ne kadar uzman olduğu öne çıkıyor. Dolayısıyla, uzmanlık hizmetiniz karşısında para alıyorsunuz. Böyle olması da acentenin bilgi seviyesinin profesyonel düzeyde olmasını gerektiriyor.

Son olarak; sigorta teknolojilerinin Türkiye’deki geleceğini nasıl görüyorsunuz?
InsurTech konusunda Türkiye gelecek vaat ediyor. Bunun nedeni de toplumsal altyapı, yani genç nüfus. Bu nüfus riski üzerinde taşımayı seviyor. Dolayısıyla, durumu iyi okuyabilen startup’lar olduğu sürece, yatırımcılar da arkasından gelecektir. Önemli olan, bu girişimcilerin sigortanın mantığını doğru bilmesi.
Kısa vadede benim tavsiyem şu: Sigorta şirketleri, iyi startup’ları kendilerine çekebilecek mekanizmalar oluşturabilirler. Bankalar böyle bir atılım yaptı, sigorta tarafında da bunun gerçekleştiğini göreceğiz. InsurTech‘in bilinirliğini de artırmamız lazım. Tüm finansal sektör FinTech’in ne ifade ettiğini anlamaya başladı. Bundan sonra, sigorta sektörüne yönelik finansal çözümleri nasıl gerçekleştirebileceğimizi düşünmemiz ve yurtdışındaki örnekleri çok iyi gözlemlememiz gerekiyor. Burada görev sadece sigorta şirketlerine değil, sigortada regülasyonları ortaya koyan kurumlara ve TSB gibi yapılara da düşüyor. Önümüzdeki dönemde InsurTech konusunda da bir sektörel bilgilendirme yaparak, sektördeki tarafları bir araya getirmeyi planlıyoruz. Belki yatırımcı da hazır, ama kim nerede bilinmiyor. Böyle bir platformda tarafları birleştirmek mümkün olabilir.

REGÜLASYON OLMALI AMA…
InsurTech’lerin yaygınlaşmasının önünde engeller var mı?
Türkiye’de InsurTech startup’larının Avrupa kadar hızlı gelişememesinin arkasında regülasyonların olduğu söyleniyor. Regülasyon tabii ki olacak. Ancak, regülasyonun en azından sektörle birlikte hareket etmesi gerekiyor. Bankacılık sisteminde de sigortacılık sisteminde de durum aynı. Avrupa’da belli yapıların içerisinde regülatörün olduğunu görüyoruz. Ekosistemle bir arada çalışıyorlar. Böyle olunca da, regülatörün neleri yaptıklarını ve yapabileceklerini de görmüş oluyorsunuz. İngiltere gibi InsurTech ve FinTech açısından ileride olan ülkelerde regülasyonların test edilebileceği “sandbox” denilen bir test ortamı sunuluyor. Yani, şirketi kuran ve lisansı alan şirketler daha sonrasında regülasyona takılmamış oluyor.

Rekabet ve beraberliğin birleşimi: “REKABERLİK”
BES’te Otomatik Katılım’ın sigorta teknolojilerine yansıması nasıl olur?
Bugün zorunlu katılımla beraber sektöre, sigorta sektörüyle henüz tanışmamış çok sayıda birey girecek. Daha önce hayal bile edilemeyecek sayıda katılımcı gelecek. Pazarı ve müşterileri yönetebilmek için yaratıcı çözümlere gerek var. Gerek FinTech olsun, gerek InsurTech olsun ortak özellikleri inovatif olmaları, süreçleri ya da ürünleri değiştirebilmek. Finansta bu hizmetlere ‘yıkıcı’ (disruptor) deniyor. Şirketler bunları tehdit olarak görebiliyorlar. Ben risk olarak görmüyorum, burada sektörü kalkındırabilecek, iyileştirebilecek bir yapıdan bahsediyoruz. Biz rekabet etmek değil, ‘rekaberlik’ kavramını kullanıyoruz. Rekabet ve beraberlik, işbirliği kavramlarını birleştiriyoruz. Aslında Türk kültürüne de birlikte rekabet edebilmek kavramı uyuşuyor. Aksi takdirde, rakibini sadece bir tehdit olarak gören şirketlerin bir opsiyonu da startup’ları satın almak. Büyük balık küçük balığı yer durumu oluşuyor. Ancak, süreç her zaman bu şekilde gerçekleşmiyor. Çok fazla küçük startup varsa, onlar yaptığınız işten parçalar almaya başlıyorlar ve bunu da çok daha kolay yapabiliyorlar. Hacimlerinin küçüklüğü ve düşük bilançolarla çalışmaları, bunun yanında müşterileri çok iyi anlamaları etkili oluyor.

SELİM YAZICI
FinTech İstanbul kurucu ortağı ve İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, İşletme Bölümü’nde öğretim üyesi olan Selim Yazıcı, finansal teknolojiler ve dolayısıyla sigortacılık teknolojileri konusunda ülkemizdeki en donanımlı isimlerden. Yazıcı, üniversitede verdiği derslerin yanı sıra, Marmara Üniversitesi, Bankacılık Sigortacılık Enstitüsü, Sigortacılık Bölümü’nde Elektronik Sigortacılık dersi veriyor. Yazıcı, öğrencilerine sigortacılık sektöründe dijitalleşmenin ne düzeyde olduğunu ve kendilerinin bu süreçte nerede olabileceklerini anlatıyor.

Umut Deniz Elçi
umut@sigortacigazetesi.com.tr

Otomatik katılımda % 20 pazar payı hedefliyoruz

$
0
0

Anadolu Hayat Emeklilik Genel Müdürü M. Uğur Erkan, yeni yıl ile birlikte başlayan “Otomatik Katılım”a dahil olan işverenlerin öncelikle sürecin tam otomatik ve onlara ilave yük getirmeden yapılması konusunda kendilerinden talepleri olduğunu söyledi. “Bu konuda en iyi hizmeti sunan BES şirketi rekabette bir adım öne geçer” diyen Erkan, yeni dönem konusunda net konuşabilmek için henüz erken olduğunu söyledi. Erkan, bankasürans kanalında başarılı bir şirket olduklarının da altını çizerek “Bankasürans kanalındaki başarımızı acente kanalında da göstermek için yoğun bir şekilde çalışıyoruz” diye konuştu.
Anadolu Hayat Emeklilik Genel Müdürü M. Uğur Erkan, bu ayki CEO buluşmamızda sorularımızı cevapladı.

Anadolu Hayat Emeklilik açısından 2016 nasıl geçti?
2016 şirketimiz için oldukça iyi bir yıl oldu. Özellikle hayat sigortası tarafında ciddi bir mesafe kat ettik. Vefat sigortası prim üretimimiz, geçen yılın aynı dönemine göre %50’nin üzerinde arttı ve bu alanda pazar payımızı yükselttik. BES tarafında ise, istikrarlı büyümemizi sürdürerek fon tutarımızı sektör ortalamasının bir miktar üzerinde %27,1, katılımcı sayımızı da %9,1 oranında büyütmeyi başardık. Sermayedarlarımıza ve müşterilerimize taahhütlerimiz anlamında da çok iyi bir yıl geçirdik. Bu yıl 2016 yılındaki olumlu performansımızı artırarak sürdüreceğimizi ve yatırımcılarımız açısından tatminkar bir kârlılık düzeyinin sağlanacağını öngörüyoruz. Öte yandan, müşterilerimize sunduğumuz hizmet kalitemizi her geçen gün artırmaya devam ediyoruz. Müşterilerimize ait hayat sigortası ve BES fonlarının toplamı itibarıyla da sektördeki lider konumumuzu sürdürüyoruz.

OTOMATİK KATILIMDA %20 PAZAR PAYI HEDEFLİYORUZ
Otomatik katılım başladı. İlk izlenimleriniz nelerdir?

Otomatik katılıma ocak ayının ilk yarısında dahil olan şirketlerin hepsi kurumsal şirketler. 1.000 adedin üzerinde personel çalıştırmak için şirketlerin kurumsal olması gerekir. Otomatik katılım kapsamında oluşturdukları ekipler vasıtasıyla, bu kurumlar en az emeklilik şirketleri kadar mevzuat konusuna hakim oldular. Kendileri ile görüştüğümüz zaman öncelikle, mevcut kesinti yapısının iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Otomatik katılım kapsamında, şirketler için operasyonel bir zorunluluk doğuyor. Çalışanların prime esas kazançlarının
%3’ü emeklilik şirketine her ay aktarılacak, mutabakat yapılacak vs. Buradaki sürecin tam otomatik ve onlara ilave yük getirmeden yapılmasını istiyorlar. İşverenlere en kolay operasyonel süreci sağlayan ve onların yükümlülüklerini asgariye indiren şirketler de hiç kuşkusuz rekabette avantaj sağlayacak. 2016 yılı sonunda özellikle operasyon tarafında tüm süreçlerin otomatize edilmesine yönelik altyapı hazırlıklarımızı alternatifli bir şekilde tamamladık. Firmalara operasyonel yük doğurmayacak şekilde tekliflerimizi sunduk. Şu aşamada ocak ayı maaşlarının ödenmesini bekliyoruz. Şirket olarak %20’ler civarında bir pazar payı hedefimiz var.

Cayma hakkını kullanacak çalışanlarla ilgili izlenimleriniz ve beklentileriniz nedir?
Bildiğiniz gibi büyük şirketlerin içinde farklı maaş grupları var. Çalışan sayısı çoğaldıkça onun içindeki asgari ücretlinin sayısı da artıyor. Mavi yakalı çalışanların yoğun olduğu yerlerde caymanın bir miktar daha yüksek olmasını bekleyebiliriz. Cayma kararı iş koluna göre farklılık gösterebilir. Şirketlerin %80’inin mavi yakalılardan oluştuğunu biliyoruz. Maaşını ayın başında ödeyen kurumlarda çalışanların katkı payları tahsil edildi. Henüz bizim şirketimizde böyle bir örnek bulunmuyor. Firmaların büyük bir çoğunluğunun ücret ödeme günü ay sonu olduğu için, daha net sonuçlar için şimdilik çok erken.

KARAMSARLIĞA KAPILMAMAK GEREKİYOR
İki ay sonra cayma konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Bu soruya umarım hiç cayma olmaz diye yanıt vermek istiyorum. Caymayı özendirecek ifadeler kullanmayı doğru bulmuyorum. Bunun ne şirketlere ne de çalışanlara bir faydası yok. Sistemde birikim yapmak, bankadaki hesabınıza paranızı yatırmaya benziyor. İhtiyacınız olduğu zaman birikiminizi geri alabiliyorsunuz. İnsanların BES’e yatıracak parası yoksa zaten ona bir şey diyemeyiz. Ama bütçesinin elverdiği ölçüde kişinin kendisi için birikim yapması kadar güzel ve anlamlı bir şey yok. Cayma tabii ki olacaktır. Mevcut sistemde de %10-11 düzeyinde ayrılma var. Yeni dönemde de %20-25 oranında caymayı makul karşılamak gerekir. Gerçeği görmemiz gerekiyor, asgari ücretli çalışanların oranı ülkemizde az değil. Örneğin, İngiltere için ‘çalışanların %90’ı sistemde kalmış’ diyoruz. İngiltere’deki otomatik katılım yapısı maaşı yıllık 10 bin pound’un altında olanları kapsam dışı bırakmış ve bu şekilde müthiş bir orana ulaşmış. Ülkelerdeki otomatik katılım sistemini kıyaslarken bu tip farklılıklara dikkat etmek lazım. Biz de asgari ücretli çalışanları sistemin dışında mı bıraksaydık? Bence doğru değil. Türkiye’deki ücret yapısı farklı şekillerde tezahür edebiliyor. Buradaki oranlardan karamsarlığa kapılmadan yolumuza devam etmemiz ve gelecek ne gösterecek diye beklememiz lazım.

Kademeli geçiş için neler söyleyeceksiniz?
Biz tedrici geçiş takvimi belli olmadan önce, 100 adedin üzerinde personel çalıştıran şirketlerin 2017 yılında büyük ihtimalle sisteme katılacağını öngörüyorduk. Yıl boyunca yayılmış şekilde kurgulanan kademeli yapı çok daha iyi oldu. Pazarlama stratejimiz doğrultusunda 100 adedin üzerinde çalışanı olan şirketlerin çoğunluğuna teklif sunmaya çalıştık. Satış ekiplerimiz ile sahada 250 adedin üzerinde personel çalıştıran- ki bunlar nisanda sisteme dahil olacak- şirketlere gidiyoruz. Sistemin şekli ortaya çıktığı ve somut sözleşmelerimiz olduğu için bunları hazır hale getirmekte hiçbir sakınca yok. Nisan ayını beklememize gerek yok.

DÜNYANIN HER YERİNDEN DEĞERLİ RAKİPLERİMİZ VAR
Anadolu Hayat Emeklilik Capital dergisi tarafından 2015’te “Yılın en beğenilen BES şirketi” seçildi. Şirketin geleceğiyle ilgili öngörüleriniz ve beklentileriniz neler?

Hayat sigortası ve bireysel emeklilik sektörlerinde faaliyet gösteren toplam 26 şirket var. BES’te 18 şirket var. Bu şirketlerin yapısına baktığımızda ödenmiş sermayenin yabancı payının %70’ler seviyesinde olduğunu görüyoruz. Yabancı sermayenin yoğun olduğu bir sektörde rekabet ediyoruz. Biz çok ortaklı halka açık bir şirketiz ama kendimizi yerli bir şirket olarak tarif ediyoruz. Dünyanın her yerinde faaliyet gösteren çok kıymetli rakiplerimiz var. Biz her ne kadar yerel bir şirket olsak da faaliyette bulunduğumuz iş kollarında dünya ölçeğinde pazarlama, dağıtım, servis ve operasyon süreçlerinin en etkin uygulamalarını esas alarak yarattığımız katma değeri üst seviyelere taşımak ve rekabetçi yapımızı daha da güçlendirmek arzusundayız. Sektörümüzün, özellikle dağıtım kanalı ve hizmet sunumu açısından konvansiyonel ağırlıklı yapısı devam ediyor. Önümüzde dijitalleşme diye bir olgu var. Bu olgu kuvvetli etki ettiği sektörlerin bütün dinamiklerini değiştiriyor, ayak uyduramayanlar yok oluyor. Bu, sigorta ve bireysel emeklilik sektörleri için de çok önemli. Biz de şirket olarak bu büyük dönüşümün öncüsü olmak istiyoruz. Dijitalleşmeye uygun bir altyapıya sahip olmak kritik önemde. Mevcut altyapının bizi 25-30 yıl ileriye taşıması için yeniden tasarlanması lazım ki buna biz çok büyük yatırım yapıyoruz ve çalışmalarımız devam ediyor. Altyapı çalışmalarımız iki fazda devam ediyor, %70 oranında çalışmalarımızı bitirdik. Önümüzdeki ay yeni altyapımızı devreye alacağız. Kalan bölümün çalışmaları bir yıl kadar daha sürecek. Bu çalışmalar bittiğinde, yeni teknolojilerle uyumlu, müşteri odaklı, yalın ve çevik süreçlerin bazını oluşturacak bir yapıya sahip olacağız. Bu perspektifle müşterilerimize dokunduğumuz bütün temas noktalarını gözden geçirdik ve yeniden yapılandırarak iyileştirdik. Kurumsal ve bireysel müşterilere yönelik internet şubemizi ve mobil uygulamamızı yeniledik ve geliştirmeye devam ediyoruz. Çağrı merkezimizi belirlediğimiz yüksek kalite standartları paralelinde yeniden yapılandırdık. Sosyal mecralarda uzun bir süredir aktif olarak yer alarak her geçen gün müşteri etkileşimimizi artırıyoruz.Müşterilerimize temas ettiğimiz her noktanın geliştirilmesi için büyük çaba sarf ediyoruz. Gelecekteki rekabete hazır olmak için satış, servis ve operasyon süreçlerimizin dijital dönüşüm perspektifiyle yeniden yapılandırılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Çalışan bazında mutluluğunuz nedir?
Biz çalışanlarımıza yönelik pek çok faaliyette bulunuyoruz ve çalışan memnuniyetini periyodik olarak ölçüyoruz. Bu konuda dışarıdan danışmanlık hizmeti alıyoruz. Eksik yönlerimizi görüyor ve telafi edecek mekanizmaları hayata geçiriyoruz. Çalışan memnuniyeti hedeflerimiz doğrultusunda, bu konudan sorumlu çalışanlarımızla yeni projeler geliştiriyoruz. Çalışan memnuniyeti anlamında mevcut durumumuzdan daha da iyi hale geleceğimizi düşünüyorum. Şirketimizin önümüzdeki yıllara ilişkin büyüme hedeflerine ancak motivasyonu yüksek, mutlu bir çalışan profili ile ulaşabileceğinin bilinci ile hareket ediyoruz.

Otomatik katılım sistemi ile birlikte çalışan sayınız artacak mı?
Hayat sigortacılığı ve bireysel emeklilik iş kollarının yüksek büyüme eğilimlerinin önümüzdeki dönemde devamını öngörüyoruz. Otomatik katılım sistemi de bu büyümeye pozitif katkı yapacak. Özellikle otomatik katılım sistemi ile daha da belirginleşen kâr marjlarındaki düşüş beklentileri paralelinde iş modellerimizi güncelliyoruz. Bu çerçevede dijitalleşme ve çalışanlarımızın sayıdan ziyade kalitesinin artırılmasına yönelik faaliyetlere devam edeceğiz. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde çalışan sayımızda artışın sınırlı bir seviyede gerçekleşmesini öngörüyoruz.

BES’E UZUN VADELİ BAKILMALI Emeklilik fonlarınız ile ilgili son durumu değerlendirebilir misiniz lütfen?
Bizim 26 adet fonumuz var. En geniş fon yelpazesine sahip şirketlerden biriyiz. Farklı risk-getiri beklentisine sahip katılımcılara hitap edebiliyoruz. Fonların getirilerine baktığımızda, performans yıldan yıla farklılık gösterebiliyor. Türkiye’deki parametre değişikliklerinde, sizin ya da yönetiminizin seçimi dışında oluşan gelişmelerden dolayı fonların getirisi etkilenebiliyor. 2016 yılında, bir önceki yıla göre fonlarımızın getiri oranı daha iyi bir performans göstererek %10’lara ulaştı. BES uzun vadeli bir iş. Fonun 1 yılda gösterdiği performans çok da iyi bir gösterge olmayacaktır. Katılımcılarımızın risk algıları paralelinde doğru fonlara yönelmelerini istiyoruz. Gençken biraz daha risk ağırlıklı fonlar tercih edilmeli, emekliliğe kalan süre kısaldıkça belki daha muhafazakar fonlara geçiş olmalı. Biz her ay müşterilerimize yatırım danışmanlığı bülteni gönderiyoruz. Ayrıca katılımcılarımızla her ay ‘60 Saniyede Fon Önerileri’ adında bir video paylaşıyoruz. Bu video, adından da anlaşılacağı gibi, bir dakika gibi kısa bir süre içerisinde finansal piyasalar hakkında kısaca bilgi verirken aynı zamanda düşük, orta ve yüksek risk profilinde bulunan katılımcılara yönelik aylık fon dağılımı önerileri içeriyor.

HAYAT SİGORTALARI İYİ YÖNDE İLERLİYOR
Hayat sigortasının geleceğiyle ilgili öngörü ve beklentileriniz neler?

Türkiye’de 2003 yılında Bireysel Emeklilik Sistemi hayata geçtiğinde birikimli hayat sigortaları 1985’ten o döneme kadar devam eden yoğun bir dönemi geride bırakmış oldu. Bu ürünler, milyonlarca kişiye ulaşmış, birikim amaçlı kullanılan enstrümanlardı. BES’in hayatımıza girmesiyle yavaş yavaş birikimlerin BES’e kaydığını, birikimli hayat sigortalarının da ikinci plana düştüğünü görüyoruz. 2005-2006 yıllarından itibaren risk ürünleri, yani vefat sigortaları yavaş yavaş ön plana çıktı ve özellikle banka ürünleriyle birlikte paket halinde sunulabilen yeni ürünler haline geldi. Bugün ülkemizde hayat sigortacılığı dediğimizde banka ürünleriyle ve çoğunlukla bireysel kredilerle bağlantılı olarak sunulan vefat sigortası ürünlerinden bahsedebiliriz. Şu anda Türkiye’de hayat sigortacılığı bu ürünlerle büyüyor. Dünya ile bir karşılaştırma yaptığımızda, ülkemizde hayat sigortalarının toplam prim üretimi içerisindeki payı çok düşük. Dünyadaki sigorta prim üretiminin yarısından fazlası hayat sigortacılığından geliyor. Ülkemizde ise bu durum tam tersi. Bu trendin bir süre daha devam edeceğini öngörüyoruz. Hayat sigortası ürünlerini sadece kredi ile bağlantılı değil, tek başına da sunulan ürünler haline getirmek için sektör sürekli çalışma içinde. Tek başına sunulan hayat sigortası ürünlerinin sektörde arttığını görüyoruz. Modern yaşamda kişiler kaskosunu yaptırmadan trafiğe çıkmaya çekiniyorlar. Ailemizin geleceği, çocuğumuzun eğitimi, konut kredimiz veya finansal borçlarımızın ödenmesi gibi farklı yaşam evrelerinde kendimiz ve sevdiklerimizin maruz kalabilecekleri yaşamsal riskleri durup düşündüğümüzde bu risklere karşı koruma sağlayan ürünlere sahip olmanın bir gereklilik olduğunu daha iyi anlıyoruz. İşsiz kalındığında ödemelerin yapılabilmesi ve varsa borçların kapatılması için benzer sigorta ürünleri devreye giriyor. Kritik hastalıklara yakalanıldığında sağlık sigortasının dışında, kritik hastalık sigortası gibi ürünlere ihtiyaç oluyor. Bu konuda insanları ikna etmeye ve sigorta ürünlerinde farkındalık yaratmaya yönelik çalışmalar yapıyoruz. 2-3 yıl evveline göre bu tür ürünlere yönelik müşteri algısı dikkate değer ölçüde artış gösterdi. Bu farkındalığın daha da artacağını düşünüyoruz.

Hayat sigortalarını daha cazip hale getirmenin yolları nelerdir?
Hayat sigortalarında kendiniz ve eş/çocuklarınız için ödediğiniz primi gelir vergisi matrahından indiriyorsunuz. Esasen hayat sigortası insanların farkında olmadıkları bir ihtiyaç. 2-3 yıl evvel konut kredisi tahsis aşamasında kredi sahibine hayat sigortası düzenlerken zorlanıyorduk. Şimdi çok daha iyi noktadayız. İnsanlar kredi alırken hayat sigortasına ek masraf olarak bakıyordu. Krediyi alan kişinin yaşamını kaybetmesi durumunda; hayat sigortası yoksa, banka alacağını tahsil etmek için mirasçılardan evi geri alabilir. Halbuki konut kredisi alırken hayat sigortası yaptırılması durumunda, kredi sahibinin başına bir şey gelmesi halinde banka kalan kredi borcunu hayat sigortası için ödenen tazminat yoluyla kapatabilecektir. Sektörde faaliyet gösteren şirketler olarak, hayat sigortasının zaruri bir ihtiyaç olduğunu sürekli hatırlatmamız ve kamuoyuna anlatmamız lazım. Kişilerin bu tarz riskleri ve sevdiklerini düşünüp önlem almaları gerekiyor. Bu ürünler makul primlerle kendimizi rahat ve huzurlu hissettirecek ürünler. Kritik hastalık sigortası ve sağlık sigortası ürünleri karıştırılıyor, ancak sağlık sigortası pek çok hastalığı kapsamıyor. Kritik hastalık sigortası, hayat sigortası ile bütünleşik sunulan bir ürün. Kişi herhangi bir kritik hastalığa yakalandığı zaman tazminat hemen ödeniyor. O hastalığa yakalanan kişinin masraflarının çoğu öyle görünmez masraflar oluyor ki, ürün kapsamında sigortalıya ödenen toplu para ilaç gibi geliyor. 35 yaşını geçen herkesin bu ürünü alması gerek. Bizlerin görevi hiç yorulmadan defalarca kişilere bu ürünlere sahip olunmasının şart olduğunu anlatmak.
Sektörümüzde yabancı sermayeli şirketler olduğunu söylemiştik. Türkiye’de 2015 verilerine göre kişi başına düşen hayat sigortası prim üretimi 17 dolar. Nüfusumuz genç, milli gelirimiz de artıyor, ülke gelişiyor. Ülkemiz önemli bir gelişme fırsatı sunuyor, o yüzden dünyanın en iyi şirketleri burada. ‘Burası hareketlenecek ve biz de buradan payımızı alacağız’ ilkesine inanarak buradalar. Bu ülkenin daha da gelişeceğine inanıyorlar ve geleceğine yatırım yapıyorlar.

ACENTE KANALIMIZI GELİŞTİRMEK İÇİN ÇALIŞIYORUZ
Acenteye yaklaşımınız nedir?

Kurulduğumuz yıl acente ağıyla faaliyete başladık. 2000 yılına gelene kadar 400 acente ile dominant, banka payı toplam üretim içerisinde %1’ler seviyesinde olan bir şirkettik. BES’in hayatımıza girmesiyle birlikte banka kanalının da ağırlığı artmaya başladı ve bugün banka kanalının toplam içerisindeki payı %80’leri aştı. Yaklaşık 300 acentemiz var. Biz acente ile çalışmayı, acentelerin kıymetini, katma değerini bilen bir şirketiz. Acente kanalımızı geliştirmek için ciddi çalışmalar içindeyiz. Acentelik faaliyetleri günümüzde 1990’lı yıllardan daha farklı formatta yürütülüyor. Özellikle yüksek gelire sahip müşteri gruplarına yoğunlaşmış acenteler, müşterilere birebir hizmet verdikleri için çok başarılılar. Biz de bu acente kanalımızı daha da geliştirmek istiyoruz. Banka kanalının ve dijitalleşmenin etkinliğinin devam edeceği önümüzdeki dönemde, doğru konumlanan acentelerin başarılı olmaya devam edeceğini öngörüyoruz.

ERKAN: 300 adede yakın acentemiz var. Acente ile çalışmanın kıymetini bilen bir şirketiz. Acente kanalımızı geliştirmek için ciddi çalışmalar yapıyoruz.

‘SOSYAL SORUMLULUKTA YENİ ÇALIŞMALARIMIZ VAR’
Anadolu Hayat Emeklilik olarak sosyal sorumluluk projelerine yaklaşımınız nedir? Bu alanda ne gibi çalışmalarınız ve planlarınız var?

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile ortaklaşa yürüttüğümüz ‘geleceğin sigortası kızlarımız’ projesi ile kız öğrencileri okutuyoruz.
‘Kadın Gözüyle Hayattan Kareler’ projemiz 11’inci yılına girdi. Bildiğiniz gibi bu yarışma sadece kadınlara özel. Katılım sayısından, bu konuya destek verdiğimizden, kadınları böyle bir alana yöneltmemizden dolayı çok memnunuz. Her yıl bu projeye katılan kadın sayısının artması, bu projeye amatörce girerek çeşitli ödüller alan kadınların olduğunu görmek bizi çok gururlandırıyor. Daha nice uzun yıllar bu projeyi devam ettirmek istiyoruz. Bunun yanı sıra sosyal sorumluluk tarafında da projelerimiz var, zaman içinde hayata geçireceğiz. Biz kurumsal ve büyük bir şirketiz. Üzerimize farklı sorumlulukların da düştüğünün bilincindeyiz.

18 YAŞ ALTINA BES İÇİN ÇALIŞılıyor
BES’te 18 yaş altına yönelik düşünceleriniz nelerdir?

Önümüzdeki dönemde BES’te asgari 18 yaş koşulunun kaldırılmasına yönelik çalışmalar var. Çocuklarımızın da en erken yaşta yüzde 25 devlet katkısından faydalanmasına yönelik çok faydalı ürünler hazırlayabiliriz. Giriş yaşı koşulunun kaldırılmasının çok da isabetli bir karar olduğu kanısındayım. Hazine Müsteşarlığı nezdinde bunu yapmaya dair ciddi bir irade var. Bu değişikliğin olabilmesi için kanun değişikliği gerekiyor. İlgili hususa Torba Kanun’un içinde yer verip, giriş yaşı koşulunun kaldırılması gibi bir niyet var. Dileğimiz, bir an önce bu iyileştirmenin gerçekleşmesi. Biz bu sisteme hazırız. Bu konuyla ilgili hazırlıklarımız mevcut. Geçen sene sektörde bir ilke imza atarak 18-25 yaşa özel ‘Genç Emeklilik Planı’nı sunduk ve çok başarılı sonuçlar alıyoruz. Bu üründe yakaladığımız ivmeden cesaret alarak, 18 yaşın altındaki müşteri grubunda da ciddi başarılara ulaşacağımızı düşünüyoruz.

DİJİTALLEŞME DÜNYANIN KONUSU
Dijitalleşme sigorta sektörünü ve bireysel emeklilik şirketlerini, acenteleri nasıl etkileyecek? Şirket olarak bu konuda ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Hayat sigortası ve bireysel emeklilik ürünleri halen satın alınan değil satılan ürün niteliğinde olduğundan, yüz yüze temas ve ikna süreci gerektiriyor. Dolayısıyla sahada, satış elemanları ve acenteler çok önemli bir işlevi yerine getiriyor. Yani, satış aşamasında dijitalleşmeden yeterli sonuç alınabilmiş değil. Dünyanın pek çok ülkesinde benzer bir yapı var.
Bunun dışında kalan tüm süreçlerde ise tam bir dijitalleşme yaşanıyor. Başka türlü işlemleri sürdürmek, müşterilerin beklentilerini karşılamak zaten mümkün değil. Dijitalleşme dünyanın konusu. Her seviyede dijital çağa uyum sağlayamayanların devamlılığının olamayacağını düşünüyorum.

‘SAĞLIK BRANŞI BÜYÜK FIRSAT’
Geçtiğimiz yıl BES şirketlerine de sağlık sigortası yapma hakkı tanındı. Bu durum sektörü ve sağlık sigortalarını nasıl etkiler, şirket olarak bu konuda bir hazırlığınız var mı?

Bu konuyla ilgili lisans çalışmalarımız halen yürütülüyor.Emekliliği bütün olarak görmemiz lazım. 2015 yılında gelir sigortalarına ilişkin mevzuat çıktı. Bu ürünleri sağlık sigortaları ile bütünleştirdiğimizde, yaşamsal riskleri kapsayan geniş kapsamlı bir emeklilik paketinden bahsetmemiz mümkün olacak. Bu aşamada lisansımızı alıp stratejimizi belirleyeceğiz.

Sağlık sigortasında Anadolu Sigorta ile çakışabilir misiniz?
Anadolu Sigorta’nın sağlık branşında çok başarılı ve geniş bir ürün yelpazesi var. Tabii ki bu ürünleri de kullanabilme alternatifini değerlendireceğiz. Hem müşterilerimiz hem de şirketimiz açısından ürün, pazarlama, dağıtım ve operasyon süreçleri için değer yaratacak en etkin çözümün kurgulanmasına yönelik çalışmalarımız sürüyor.

Meral Öztürk- Yakup Sayar
meralozturk@sigortacigazetesi.com.tr
yakup@sigortacigazetesi.com.tr

Viewing all 205 articles
Browse latest View live